.
.
.
.
.
Yıllardır, sigara yasaklarının normal seviyede bir sigara yasağı olmadığını, halkın sağlığını düşünen bir uygulamayla alakasız olduğunu savunurum sigara tiryakisi olmadan.
Sigara yasağının temel sebebi bir tür müdahaledir.
Sağlıkla ilgili olması aynı zamanda yoksullukla mücadeleyle ilgili olmasıyla mümkün. Bu da söz konusu olmadığına göre...
Vergilerin çıldırdığı, eğitimin ve sağlığın hepten özelleştiği, maaşların dibe vurduğu, sendikaların sarılaştığı, insanlar arası ekonomik farkın derinleştiği bir ortamda sigara yasağının sağlıkla ilgili olduğunu düşünmek zor.
Tabi sigara yasağı, içki yasağının bir ayağı olarak da durmakta, muktedirin zihniyetine göre, bir yaşam tarzından hazzetmeme noktasında.
Bu yasakların bir ayağı da yekten parayla ilgili.
Bildiğiniz gibi, ÖZEL otomobillerde de yasaklandı sigara ve bir günde şu kadar ceza kesildi vatandaşa.
Adı üstünde oto mobil, yani özel şey, kişiye özgü ulaşım aracı, şahsi taşıt; oto kontrol, oto biyografi... Kendinle ilgili yani, kamusal değil.
Bu yasağın sonraki adımının ne olacağını düşünmek bile hafiften tüyler ürpertici. Ne? Evimizin içine de mi karışılacak?
Yedi tür vergi ver, harç sökül, pay öde, benzin parasının yarısı vergi olsun, sonra o otomobilinin içinde sigara içeme.
Sebep?
Öyle istendi diye.
Batan ekonomiye destek.
Yaşam tarzına bir başka yerden müdahale.
Ama sağlık olmadığı kesin.
Karışmayın.
Sigarayı söndürmeyi, neyin iyi neyin kötü olduğunu kendimiz biliriz.
Mahalle yanarken saçımızı taramayalım.
Konu gündemdeki alçakça saldırı.
Kemal Kılıçtaroğluna ve diğer vekillere yapılan linç girişiminin savunulacak, olağanlaştırılacak hiçbir yanı yok.
Askerleri şehit eden terörü unutmamalı, lanetlemeli. Onların hayatını koruyacak önlemleri daha çok almalı.
Taziye ziyaretine gelmiş insanlara yapılan bu şey de örgütlü faşist bir işten başka bir şey değil ve linç etme terörü. Vahim!
Belediyeleri kazanmış muhalefete gözdağı.
Ülkeyi sadece kendinden ibaret zannetmenin sakat ruh hali.
Bu satırları yazarken meselem memleketin kendisi, istikbali, iç huzuru; saldırıyı yapanların ve daha çok buna zemin hazırlayanların meselesi acaba nedir?
Şimdinin muktediri muhalefete düşünce ne olacak, memleket mi elden gidecek yoksa şahsi menfaatler mi?
Yalnız/ca Anne
1995ten beri, 700 hafta sadece kayıp çocuklarını istediler. Ne bir kalkışma hareketi, ne bir şiddet gösterisi ne de yüksek sesle bir protesto, sadece sessizlik.
Basından:
Saadet Partisi İSTANBUL Milletvekili CİHANGİR İSLAM:(Sosyal medyada Emine Ocakın fotoğrafını paylaşarak not düşer)
İkiyüzlüsünüz! Kendi cehenneminize odun oluyorsunuz! Bu ana sizden ihale, para, makam istemiyor. Oğlunun cenazesini istiyor.
SPKden Demirörene 264 milyonluk kur muafiyeti, derken…
Habere göre, SPK, Hürriyet Gazetesi için ilgili kanun maddesini gerekçe bile sunmadan uygulamamış.
Vatandaşın bütçesi perişanken, Demirören Grubu bugünkü kur üzerinden 264 milyon 76 bin lira avantaj elde etmiş.
İşte Bunlar Hep Aynı Geminin Muafiyetleridir diye kamu vicdanının kaydına geçti.
Geçti mi ki?
Bebek öldürmek
Anne öldürmek
Caniliktir.
Hangi ideal bir annenin ve bebeğinin hayatından daha değerli olabilir?
Hiçbir şey yaşam hakkının yerini tutamaz.
Lanetle kınıyoruz.
Ama Sende, İnsanı Rahatsız Eden Bir Şey Hep Vardı Bülent Abi
Elbette Bülent Ortaçgilin de bir fikri olacak ve bunu beyan edecek.
Kimse kimsenin saha komiseri değil.
Bülent Ortaçgil o yüzde 52yi, M İnce gibi,
Normal ve kabul edilebilir ve tebrike değer bulabilir,
Seçim koşullarını seçme ve bildirme sürecini ve daha bir dolu anti demokratik falan filanı.
Sorun ne biliyor musunuz?
Yani benim anladığım şu, ancak anladım zaten:
İnsanlara değerinden çok daha fazlasını atfediyoruz.
Bir şey zannediyoruz onları sonra kritik zamanlarda yanılgımız oluyorlar onlar.
Ama inanın şahsen Bülent Ortaçgil konusunda bir vahım eyvahım yok.
Bülent Ortaçgil kim mi?
Haklısınız, hakikaten o kimdi yahu, pozisyonunda biri.
Aydın aymazlığı şeyi.
Ne demişti Marlon Cahit;
İnsan, insanın kurgusudur demişti.
Üstelik Marlon, sade bir roman kahramanı.
Yani…
Alpay Ö Hızlı Başladı
Yeni Akp vekili eski teknik direktör daha eskisinde futbolcu olan Alpay Özalan,
Ahmet Şıkın meclisteki eleştirilerinden hoşlanmamış
ve Şık vekile saldıranlar arasında yer almış.
Keşke dinleyip anlamaya çalışanlar arasında yer alsaymış.
Bu arada Ahmet Şık da milletvekili, Alpay Ö ve diğer saldırganlar galiba bunu unutmuş.
Alpay Ö. Senin futbolculuğunu da bir garipti.
Teknik direktörlüğünde kayda değer bir şey yoktu.
Yollandığın yerlerde sonun fiyasko oldu.
Futbolculuğu sınırlı yeteneklerle de olsa bir yere kadar sürdürürsün.
Güç biter spor biter, dedi Nadia Comaneci.
Herkes Hagi gibi bir zekâya sahip olmakla yükümlü değil ya.
Teknik direktörlük ise bilgi, görgü, muhakeme, irade ister.
Yollanınca bir yere, TD olunamıyor işte.
Aynı şekilde, vekil de olunamıyor.
Tutma hissi ıstırap verici bir his olmalı derinlerde bir yerlerde.
Bununla hesaplaşmak için böyle holiganca eylemlere ihtiyaç varmış demek.
Önerimiz şu olabilir,
Mecliste futbolculuk yapma
(Gerçi orada yapacak bir şey de kalmadı ya…)
Muhaliflerin,
Ahmet Şıkın fikirlerine fikirle karşılık ver mümkünse böyle bir şey.
Zaten muktedirin bahçesinde oynuyorsun,
Azıcık centilmen ol!
Bu günlere gelişimizde,
Muktedir karşıdevriminin
Belirleyici noktalarındandır
2 Temmuz Sivas.
Basından Alıntıdır
Yapılan araştırmada 2002 Aralık rakamları ile 2017 Aralık rakamları karşılaştırıldı.
Raporda şunlar dikkat çekti:
Aralık 2002de devletin borcu 242.7 milyar TL iken, Aralık 2017de 3 kattan fazla büyüyerek 876.5 milyar TL oldu.
Özel sektörün dış borcu 43 Milyar dolardan 307.8 milyar dolara çıktı.
Türkiyede 52 yılda verilen cari açık toplamda 43.7 milyar dolar iken, ülkenin 16 yılda verdiği cari açık 52 yılın toplam açığını 13e katladı ve 561.6 Milyar dolar oldu.
Türkiyenin 80 yıllık dış ticaret açığı 247 milyar dolardan şu dönemde 960.6 milyar dolara fırladı. Karşılıksız çek tutarı 2002de 2.2 milyar TL iken 2017de 17.1 milyar TLye çıktı.
16 yılda tüketicinin banka borcu 6.6 milyar TLden 499.5 milyar TLye, çiftçilerin banka borcu ise 5.1 milyar TLden, 17 kattan fazla artarak 85.5 milyar TLye çıktı. 2002de 1 kilogram ekmeğin fiyatı 1.03 TL idi, ancak 2017de aynı ekmek 4.19 TL oldu.
Benzin 1.66 TLden 5.62 TLye, motorin 1.30 TLden, 5.17 TLye çıktı. Yoksulluk sınırı 1155 TL iken, 5 bin 238 TL, açlık sınırı 380 TL iken 1608 TL oldu. Su, elektrik ve doğalgaz yaklaşık 3, 12 kilogramlık tüp ise 4 kat arttı.
İşsizlik ve yoksulluk rekor kırdı. Ancak halk yoksullaşırken milyonerlerin sayısı arttı. Son 6 yılda milyonerlerin sayısı 32 binden 127 bine çıktı. 5 gençten birinin işsiz olduğu Türkiyede 5 milyon genç ne eğitim görüyor ne de çalışıyor.
Hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 113 ülke arasında 99. sıraya geriledi. Türkiye basın özgürlüğü listesinde “özgür olmayan ülkeler” kategorisine düştü.
Sosyal konuların da masaya yatırıldığı raporda boşanmalar yüzde 38, fuhuş yüzde 790, çocukların cinsel istismarı yüzde 434, kadına yönelik şiddet yüzde 1400, adam öldürme yüzde 261, cinsel taciz yüzde 449, tutuklu ve hükümlü sayısı yüzde 285, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678 arttı.
__________________________________________
Bolu maçlar bizim için eziyet olmuştu.
Yirmi yıldan fazla bir süre deplasmanda yenememiştik onları.
Ama şampiyon olduğumuz sezon vasat fakat kontrollü bir oyunla, Ndukanın sağdan getirip Ucheye kestiği topla 2-1 ile üç puanı almış, şampiyonluk kilidini büyük oranda açmıştık.
Peki şimdi ne olacak?
Bizim için şu Bolu deplasmanı zaten zor.
Ama bu sezon her deplasman zor.
Sadece 2 puan çıkarabilmişiz.
Evde son yılların en üst puan performansı yaşanırken deplasmanda durum tam tersi.
Bu sefer 3 puan olur mu?
Olmasına olur da acaba sahaya nasıl bir kadro çıkacak, bu bizim için bir soru işareti.
Yatay mı oynayacağız, dikey mi?
Aklımıza hep Rize maçı geliyor. Forvet hattı özellikle Magaye günüde olsaydı gol yağmuru da olabilirdi o maçta.
Maç kazanmamız için, taç çizgilerine doğru değil de rakip kaleye doğru gitmemize ve galiba forvetin, evet Magayenin gününde olmasına çok ihtiyacımız var.
Bu futbolcu yine hemen hemen her pozisyonu hoyratça harcarsa işimiz zorlaşır ve Bolu eninde sonunda bir gol atar ve direncimizi yok eder. Çünkü her rakip Gaziantep gibi acemice davranmayacaktır.
Sahada ihtiyacımız olan şey, sabırlı ve tutumlu bir futboldur.
Ve ileriye doğru oynamaktan korkmamak.
Sabırlı olmalıyız. Çünkü golü bu maçta hemen bulmak zorunda değiliz.
Tutumlu olmalıyız. Çünkü çok fazla gol fırsatı bulamayabiliriz, bulduğumuz fırsatları da harcamamalıyız.
İleri doğru oynamalıyız. Çünkü yatay futbolla sahada varlığımız gösteremeyiz.
Böyleyken böyle.
Vira, Hepimizin Sevgilisi Adanaspor!
Hem süper ligde hem de TFF 1. Ligde en çok tartışılan konuların başında antrenörlerin yeterlilikleri.
Ellerindeki kadroların karşılığında sahaya yansıtmış oldukları oyun ve tanık olunamayan seyir keyfi ile ilgili olarak taraftarlar çok kaygılı.
Antrenör ve teknik ekip sadece hafta sonu maçın sonucuna göre değerlendirmek kısa zamanda pek adil olmayabilir.
Ama uzun soluklu bir yarışın içinde haftalık performans yerine belki aylık hatta sezonluk değerlendirmemiz daha doğru.
Bunu yaparken takımın içinde bulunduğu durum ve hedefi göz önünde bulundurmak tabi ki önemli.
Ama başka önemli olan konu da futbolcuların oyun gelişimi ya da mevcut oyunlarının geriye doğru gitmesi.
Durumda tam böyle iken Adanasporda futbolcunun sezon başından beri daha iyiye gidişi ya da daha kötüye gidişi konusunda yine mevcut teknik ekip sorumludur diye düşünüyorum.
Geçen yıl düşen takımdan kalan futbolculardan; Didi, Diago, Diniz, Renan, Tevfik, Bekir, Koman, Guaye ne yazık ki her hangi biri; bırakın gelişim göstermeyi geçmiş sezona, sezonlara göre form olarak bir gerileme içindeler.
Ve yine bu yıl takıma katılmış birçoğunu takip ettiğimiz bildiğimiz futbolculardan; Gökhan Süzen, Abdulaziz, Oğuz Han, Yener, Sercan, Bahattin bırakıp geçen sezonları hemen hemen hepsi bu sezon başındaki performanslarını da arar durumdalar.
Yine kötü plan ve hatta plansızlıktan dolayı sezon başında iyi bir kamp dönemi geçiremedik.
3 kez Milli Takım arasın olmasına rağmen takımda oyuncu performanslarında bir ilerleme yok ve tam tersine, olumsuza gidiş gözlenmektedir.
Uzun lafa gerek yok!
Sorumlu Kemal Kılıç ve ekibidir.
Ahmet Gültekin
Demokrasiyle, adaletle, özgürlük idealiyle
ve daha birçok yöntemle ülke yönetilebilir
Tehditle, rüşvetle, talanla, yalan ve dolanla da
ülkelerin yönetilmişliği vardır.
Tarih boyunca ülkesini zulümle yöneten yöneticilere tanık olunmuştur.
Korkuyu savmak için korku salarak yönetmek
en yaygın yönetme biçimlerinden biri olarak
kayıtlarda duruyordur.
Az da olsa ülkesini sevgiyle yönetenler vardır.
Ama galiba bu sevgi tarif edilmiş ve sınırlandırılmış bir şekildedir.
Sonsuz filan değildir.
Ama hiçbir ülke, krallık, kabile, köy veya mahalle
hatta bir dernek kulüp bilmem ne
bir cehaletle yönetilemez.
Koca bir cahillikle
şu yeryüzünden hiçbir şey yönetilemez.
Böyle bir yönetmenin örneği yoktur.
İktidarda olmanın
yönetmek anlamına geldiği düşünülmesin.
15 gün veya 15 sene,
bu ancak yönetememenin muktedirliğinin süresidir.
Yönetmenin değil.
Zira yönetmenin,
kendi yönetim zihniyeti içinde,
belli standartları olurdu.
Halkın lehine olmasa da..
Güzel bir arkadaşımızı daha kaybettik.
Adanaspor tribünlerinden
Mehmet Fahri Küçüksubaşı elim bir kaza sonucu
Hayata veda etmiştir.
Ailesine ve sevenlerine
Sabır ve baş sağlığı diliyoruz.
Allah rahmet eylesin.
Adanaspor altyapısında forma giyen
17 yaşındaki Furkan Uruç
sulama kanalında boğularak
hayatını kaybetti.
Furkana rahmet,
ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz…
Daha önce gitmeliydin...
Şimdi arkandan hızla gelirler belki
yancısı yandaşı yönetemeyen yöneticisi .
Ne lanet bir şey.
Acaba şu emre uğur denen futbolcu şeysine de nasıl tahammül ettin bu kadar?
O penaltı istemeden yapılmadı değil, o penaltıyı yapmak futbolcu olmamakla ilgili bir şey.
Ve bu şey Adanaspor futbolcusu.
Bir adam ayağına gelen her topu yanlış mı kullanır?
Bekirin suçu neydi acaba?
Hepinizden kurtulduğumuz gün Bayram olacak bize…
__________________
Az önce LŞ itifa ettti.
Yetmez, alt yapıdan üst yapıya art arda istifalar bekliyoruz...
Taraftar Yazdı
*
Hayır:
Nöbetçi Hoca İstemiyoruz.
Hakiki bir Hoca bekliyoruz.
İki çaresizlik.
Biz,
Biraz çaresizce
Bu yönetimin gitmesini bekliyoruz
Yani çekip gitmesini…
Bu yönetim de
Bu sezon
Küme düşmenin olmamasını
Süper Ligin yeni sezonda
21 takıma çıkmasını
Bekliyor
Çaresizce.
Ne hazin.
Bilemedik hangimiz daha çaresiz?
Cem Kaplanoğlu
Bu sezon
bu zavallı takımı ifade edecek
bir tek kelime var:
K A L İ T E S İ Z L İ K.
Kalitesiz bir kadro.
Kalitesiz bir teknik yönetim.
Kalitesiz bir kulüp yönetimi...
Kalitesiz figüranlar…
Cemili cümlenize
yazıklar
olsun.
Cem Kaplanoğlu
Başarmak için;
doğru kadro,
l i y a k a t,
disiplin,
ve
ç o k ç a l ı ş m a y ı bırakıp
işi
ş a n s a ve inanca
b ı r a k t ı k.
Mahir Alev
(Basından)
Araç, ev ve işyeri kundaklama hakkında
Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Yasasında
çok ciddi yaptırımlar olduğunu belirten hukukçular,
basit bir eylem niteliğindeki kundaklamanın bile 8 aydan 6 yıla kadar cezası bulunduğunu belirtti.
Eylemin bir terör örgütü adına gerçekleşmesi halinde
cezanın 9 yıla çıktığını belirten uzmanlar,
kundaklamayı yapan kişinin terör örgütü üyesi olduğunun kanıtlanması halinde
ömrünün tamamını hapiste geçirebileceğini söyledi.
Bu tür suçlarda cezanın kesinlikle ertelenmediğini ve paraya çevrilmediğini belirten hukukçular,
"Normal bir suçta mahkûm cezanın 3te 2sini yatması gerekirken,
bu tür suçlarda cezanın 4te 3ünün içeride geçirilmesi gerekiyor.
Bu tür suçu işleyen bir kişi bütün hayatını cezaevinde geçirebilir."
ifadesini kullandı.
Not:
Müjdat Gezenin tiyatro okulunu kundaklayan şahıs, yakalandığının ertesi günü serbest bırakıldı.
Bavul diye bir dergi,
anlaşılan o ki bir edebiyat dergisi,
kapağa taşıdığı şairin (Turgut Uyar), şiiri diye
resim altına,
muhtemel ki internetten,
bir şeyler de eklemiş, yoksa böyle bir hatayı para versen yaptıramazsın.
Onur Caymazın uyarısıyla
Turgut Uyarın öyle bir şiiri olmadığı anlaşılmış
ve dergi 35 bin nüshayı, özür dileyerek, geri çekme kararı almış.
Nedir?
Bu, hafife alınacak bir hata değil,
bir dergi adına skandaldır.
Sırtını kitaplara değil de
internetteki yalan yanlış bilgilere göre bir iş yapmak,
referans aramak,
dergi çıkarmak…
Ne yazık ki bu her haliyle bir Türkiye fotoğrafıdır.
Kitaba gerek yok,
bize birkaç fiyakalı cümle,
üç beş aforizma,
kahveli kitap fotoğrafı yeter.
Hayır!
İnisiyatifin
Moral üstünlüğün
terörde,
teröristlerde oldu bir ülkeye dönüşmemeliyiz!
Türkiye, terörün eline düşmemeli.
Hayır!
.
.
Yine
alçak bir saldırı…
Yine
hayatını kaybeden insanlar…
Lanet olsun.
Ateş düştüğü yeri yakar.
Ölenlere rahmet;
ailelerine,
yakınlarına,
sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
.
Yaşayan en büyük yoldaş öldü.
Dünyada milyonlarca insanın umudu, hayali, dayanak noktası sevdası… öldü.
Öldü mü sahiden?
Evet, Fidel öldü gitti.
Bir Amerikan küstahlığı için öldü. Mutluluklarını hiç gizlemediler hatta.
Bir karşıdevrim alçaklığı için öldü. Şenlikle karşıladılar hatta.
O Amerikan zorbalığı onun için diktatör, dedi.
Ülkesini, işbirlikçi dejenere yönetimden kurtarıp halkına özgür irade şansını veren bir insanın diktatör olarak tarif edilmesi ancak katil, işgalci, sömürgeci bir lügatte yer bulurdu, öyle de oldu.
Vietnamdan Iraka, Suriyeye kadar, herhangi bir Amerikan başkanının sebep olduğu ölümlerin, cinayetlerin, katliamların hesabını tutmaya defterler yetmez. Milyonlarca ölü insandan söz ediyoruz.
Bunun karşısında, sadece ülkesinin özgür bağımsızlığı için savaşan bir Fidel diktatör oluyor demek.
Varsın zalimin sözlüğü böyle tanımlasın. Muhatabını sadece aynı canilikte bulur ancak.
Fidel öldü.
Ondan sonra son kalelerden biri olan Küba nasıl olur bilemeyiz tabi. Temennimiz Kübanın sosyalist unsurlarını sadece kendileri için değil, dünya için de hala bir umut olarak korumasıdır.
Dilerim karşıdevrimci unsurlar orada palazlanamaz, dilerim kapitalist zulüm orada mendebur ağlarını öremez.
Fidel de fanidir, ölebilir, ama fikirler ölmez.
Kimse düğün alayı kurmasın.
Lenin’den Mustafa Kemal Atatürk İçin:
“Türkler, millî kurtuluşları için savaşıyorlar.
Emperyalistler
Türkiyeyi soyup soğana çevirdiler,
hâlâ da soyuyorlar.
Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar
ve başkaldırdılar.
Sabır bardağı taştı,
gerek Doğu halkları gerek biz,
emperyalist kuvvetlere karşı savaşıyoruz.
Mustafa Kemal Paşa sosyalist değildir
ama görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı...
Kabiliyetli bir liderdir ve milli burjuva ihtilalini idare ediyor.
İlerici, akıllı bir devlet adamıdır.”
**
Uzun söze gerek yok; yakın veya uzak tarihte,
koşullar itibariyle veya genel olarak
buralarda onunla karşılaştırılabilecek
herhangi bir lider de yok.
Bu gün 12 Eylül
Bu memleket çok berbat bir 12 Eylül gördü.
-2010da, Referandumda ördüğümüz 12 Eylül onun minik bir artçısıydı.
Birincisi her şeyin üzerinden silindir gibi geçti,
insaniyete dair ne varsa ezdi gitti.
Geriye bir toplum posası bıraktı.
1980 idi…
İşte o 12 Eylül
36 sene sonra da her şeyiyle
devam ediyor.
Kendi namına sağladığı bir başarının iktidarını
hala ve hala sürüyor.
Bizi 36 senedir yöneten bir darbe hukuku var.
Tepemizde öylece duruyor.
Zamlar ve İzler
Akaryakıt dağıtım şirketleri, bu gece yarısından itibaren geçerli olmak üzere benzinin litre fiyatına ortalama 9 kuruş zam yaptı.
Yapılan zam sonrasında benzinin litre fiyatı; İstanbul’da ortalama 4,39 liradan 4,48 liraya, Ankara’da ortalama 4,43 liradan 4,52 liraya, İzmir’de ise ortalama 4,41’den 4,50 liraya yükseldi.
Dağıtım firmalarının belirlediği fiyatlar, rekabet ve serbesti nedeniyle şirketler ve kentlere göre küçük çaplı değişiklikler gösteriyor.
Yukarıdaki haberin açılımı nedir?
Darbe mağduru hükümet, vatandaşın cebine darbe üstüne darbe vuruyor. Fırsatı ganimet bilip bir avda, üstelik CB saptamasıyla, at izini it izine de karıştırarak muhaliflere vurdukları darbelerin haricinde bir darbe bu.
Bir gelir dağılımı hesabında, muhtemelen dünyanın en pahalı benzinini kullanan halkımız bunun daha da pahalısını kullanmaya devam edecek.
Yakışan da budur.
Hay bin efkâr!
Hiçbir şey üretmeyen bir iktidar, ancak bu tür katmerli vergilerle ayakta durur.
Daha çoğunu almaya devam edecekler, çünkü maddi varlıklarının en ciddi dayanağı bu vergiler artık.
Bir İnsan Daha...
Artık,
sebep olanlara lanetler yağdırmaktan usandık.
Artık,
bu ülkedeki insanların pamuk ipliğine bağlı yaşamasını istemiyoruz.
Artık
Vatan Sağ olsun ve Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez sloganlarının tarihe karışmasını diliyoruz.
Çatışmalardan,
terörden uzak ve her şeyden önemlisi insanların vaktinden erken ölmediği bir ülke istiyoruz.
Tribünden,
tıpkı bizim gibi maçlara giden, takımını destekleyen, bizden biri olan Emreyi, bir terör saldırısında ne yazık ki kaybettik.
Keşke
haftaya o da aramızda 5 Ocakta olabilseydi...
Keşke,
keşke demekten başka elimizden bir şey gelse...
Emre Dilci
başta olmak üzere terör eylemleri ile hayallerini, geleceğini ve hayatını kaybedenleri saygıyla anıyoruz.
Halit Gürer
Rektörün teki, yani bir akademisyen, filanca üniversitede bir prof. muhtemelen bir bilim adamı;
Kim yaparsa yapsın,
Neden yaparsa yapsın,
Ankara’daki bombalı terör saldırısını lanetliyoruz.
Ülkeyi kana bulayanlara,
Sebep olanlara,
Lanet olsun.
İnsan hayatının kutsallığını yok sayanlara lanet olsun.
Alper Taş'ın dediği gibi,
Bu terörist saldırıyı üstlenen, bir alçaklığı da üstlenmiş olacaktır.
Karamba-
*
CB'nin “Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyorum, saygı da duymuyorum” açıklaması bir komedi değilse memleket adına tam bir trajedidir.
Bahsedilen, Anayasa Mahkemesi, muhtarlık müessesesi değil! Ki muhtarlık da tanınmayacak gibi değil, her ne kadar saray koridorlarında bitap düşseler de.
Yahu bunu bir danışman diyor ve bunu Anayasa Mahkemesine karşı diyor, bunu sadece bir danışmansıfatıyla söyleme cesaretini de göstererek diyor. Altı üstü danışman bre. İşe bakın...
*
Çiko da yeni uyandı, gözleri mahmur:
“Hay bin kunduz yahu, hatta karamba karambita…” diyor.
Biz demiyoruz, kendisi söylüyor. Şu itirafname sadece bir takım için, evveliyatını –Kasımpaşaspor’dan Rizespor’a uzanan bir evveliyat- bizim âlem zaten biliyor.
Yahu bunu 10 senedir anlatıyoruz bre, bu adaletsizliği, tatsızlığı, paçozluğu, vs…
Muhteremin dilinden dinleyiniz şimdi.
____________________
“64. Türkiye Hükümeti’nde AK Parti’nin Şanlıurfa Milletvekili olarak yer alan Çelik, ‘Şanlıurfaspor için son 20 gündür yoğun çaba içersindeyim ama işin teknik ve yönetim boyutunda yokum. Ben maddi-manevi Şanlıurfaspor’un yanındayım. Veren el durumundayım. Yeni transferlerde büyük çabam oldu.’ dedi.
Süper Lig takımlarıyla transfer görüşmelerini bizzat kendisi yaptığını belirten Çelik, ‘Gençlerbirliği, Osmanlıspor, Antalyaspor’dan transferler yapılmak istendi. Ben bu kulüplerle temasa geçtim.’ ifadelerini kullandı.
Kötü sonuçlardan kendilerinin sorumlu tutulamayacağını belirten Çelik, ‘Lokman Gür ve Ahmet Aras’ın hiçbir bedel ödenmeden Şanlıurfaspor’a transferlerinin yapılmasını sağladım. Yönetim bana futbolcu adı veriyor biz de alınmasını gerçekleştiriyoruz. Kötü sonuç alınınca hedef edilmemiz olmaz.’ şeklinde konuştu.
_______________________
Şeklinde konuşmuş, iyi mi?
Bu maçta sahaya dair tüm eleştirilerimiz Engin Hoca’ya yönelik olacaktır.
Lafı uzatmayacağız.
Sayın hocam, böyle bir rakibe bu kadar zayıf bir kadro çıkarmak Adanaspor adına sürülmüş bir lekedir. Laubaliliktir, sorumsuzluktur. Ve daha olumsuz birçok niteliği barındıran zayıflıklardır.
Sizin için kendi kariyeriniz önemli olabilir bizim içinse Adanaspor adı, tarihi, istatistiği önemlidir. Bu maçta Adanaspor’u bu kadar aciz bir duruma düşürmeniz kabul edilemez. Kendi evinde, canlı yayını olan bir maçta sahaya sürdüğünüz kadro size olan inancımızı yok etmese de sarsmıştır. Rakibin bile ciddiye aldığı ve etkili en az 6 futbolcusunu sahaya sürdüğü bu maçı bu kadar umursamamanız bizi üzdü ve şaşırttı.
Kupa önemli değil, kabul ama Adanaspor itibarı önemlidir.
Bizi bu hareketlerinizle itibarsızlaştıramazsınız.
Sizi kınıyoruz.
Gerekçeniz pazar günü oynayacağımız Urfaspor maçı olabilir. Eyvallah. Lakin o maçta da çıkabilecek herhangi olumsuz bir sonucun sebebini bu maçtaki laubaliliğinizde arayacağız. O maça tüm konsantrasyonunuzla ve ciddiyetinizle hazırlanmanızı umuyoruz.
İkinci çapsızlık ve eziklik tribünde oldu.
Bir grup ergen, devre arasında rakip tribüne gidip adeta atkı dilendi.
Utandık. Adamlar dalga geçtiler, atkı bitti, beyler, diye.
Bu ergen takımına Adanaspor terbiyesi nasıl aktarılır bilmem.
Onlara, Adanaspor atkısının ve formasının tüm atkı ve formalardan çok daha kıymetli olduğunu izah etmeli.
O kitle, bu akşam o sahnede sefil bir görüntü verdi. Yazık. Unutmaya çalışacağız.
Guernica
küçücük taşları daha küçük ceplere doldurup kapısında dikilip kuşatılmış şehirlerin belki kasabaların sanki yıkıntıların biraz viranelerin çokça hanelerin sonra büyük halkalar yapılacaktı suda küçük taşlarla ama elleri de küçücük cepleri de pırtık ve her şey hacminden kaybediyordu deniz evi değildi sahil değildi göl sakini değildi hiçbir şey değildi bir şey değildi hiçbir şeysiz de değildi önünden belki sulama kanalı geçiyordu suda ayakkabı tekleri plastik poşetler bidonlar paslı yağ tenekeleri portakal kabukları şişmiş köpek ölüleri taze insan ölüleri tozun içinden eskiden evlerin damları çinkolar belki çok eskiden değil bombalanmadan önce yakın zaman kipinde en yakın zamanda zamanın behrinde mem u zinde buz içinde genç kız ölüleri dolaplarda buzdolaplarının kanlı duvarlarında için için ama en çok aç sınıfın laneti geçiyordu denizi hiç görmemiş hiç deniz görmemiş çocukların yüzecekken alabora olmuş teknelerin salların takaların alamanaların istimbotların çatanaların bunların hiçbirini bilmeyenlerin alnının çatında önce sırtında grostonluk bombaların patladığı savrulmuş pankartların alınmış oyuncakların taşınmış cesetlerin kendi ölüsünü taşıyan yirmilerinde kızların erkeklerin geçiyordu batıdan geçiyordu güneyden geçiyordu kuzeyden geçiyordu doğudan geçiyordu geçiyordu ama dayan kendini daha iyi hisseder ölüler ölümlüler ölümsüzler küçük küçük taşları kanlı paletlerin önüne dizip yan yana üst üste küçücük taşları daha küçük ceplere doldurup kapısında dikildi kuşatılmış şehirlerin kuşatılmış bir şehirden bir ülke eskizi denemenin
Aranıyor
Son diyeceğimi en başta yazayım:
Bu kaleciyi kesecek bir hoca aranıyor…
Değilse işimiz zor.
Bir futbolcunun istikbal olasılığına (ki sadece olasılık) Adanaspor istikbali kurban ediliyor.
Gelelim takıma.
O da ayrı bir trajedi.
Yazılacak hiçbir şey yok aslında.
Ama zorlayalım bakalım.
Hımm.
Adanalı futbolculardan acilen kurtulmak lazım.
Bir de Merthan’dan
Bir de Guaye’den.
Bir de Roni’den.
Didi de listede olabilir.
Kim kaldı geriye?
Bu takımı gönderip yeni bir takım kurmak lazım. Nduka ve Mahmut Temür hariç.. (Arkadaşlar arasındaki konuşmalarımızın bir tanesini yazayım şuraya hadi: Mahmut gibi bir oyuncun varsa 11'e alırsın ve onu sahada unutursun. Oyundan çıkarmak veya kesmek ne demek yahu!)
Bir de, neden hoca değişti ki, aynı tas aynı hamam olduktan sonra.
Tabi ki Engin Hocaya da zaman tanınacak.
Ama en azından Engin Hoca en başta cesur olmalı.
Vazgeçtik kendi geleceğimizden, yoksa devreyi anca kapatır.
Boluspor’u tebrik ediyorum. Jilet gibi bir takım olmuşlar. Yıllardır böyle bir takım kuramadık gitti.
Maç berabere bitseydi hak etmediğimiz 1 puan almış olurduk.
Hakem mi?
Sezonun en aşağılık hakemiyle oynadık.
Bırak ulan taraf tutmayı. Adamlar zaten yenecek. Sana ne oluyor zottirik?
Bu yazı da böyle olsun bakalım.
Vira diyeceğim ama mecal yok.
1o Ekim Ankara Barış Mitingi
İnsanlar halay çekiyor eğleniyor
Ve yine bombalar patlıyor…
Lanet olsun!
İstedikleri, kurguladıkları galiba şu:
Halkı yıldırarak en geri mevziye itmeye çalışmak;
hayatta kal,
buna razı ol teslimiyetine getirmek…
Lanet olsun!
Yine itiraf edildi.
400 milletvekili diye.
O kadar vekil verilseydi her şey hallolurdu diye.
Ne hallolacaktı o 400 milletvekili ile?
400 vekil ha?
Demek bu yüzden o kadar insan canından oldu?
400 vekili alınamadığın için!
O sayıyı 1 Kasımda da bulamayacaksınız.
Sonraki plan ne?
Şöyle sağlam bir not düşer
konunun muhatabı kitaplar:
De ki bu kısa cümle
insanlık tarihinin de bir özeti olmuş.
8 insan öldürüldü.
8 asker.
8 evlat.
8 kardeş.
8 arkadaş.
8 genç.
8 şehit.
Sadece sayılara dökülen bir delirme devrindeyiz ne yazık ki.
Daha ne kadar sürecek bu cinnet.
Ölenler yoksul veya zengin veya orta sınıf. Ne fark eder, meseleye bu şekilde de bakamayız. 8 genç insan yok artık.
Gençlerimize rahmet, ailelerine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
Siyasi hesaplar ne zaman bitecek?
Huzur ne zaman gelecek?
Lanetliyoruz...
Bir solcu olarak elbette tek başına bir sosyalist iktidar isterim. Bu yolla ülkedeki birçok sorun; terörler, gericilik, hırsızlık, talan, yağma, ayrımcılık, ırkçılık, faşizm, mezhepçilik, eğitim karmaşası, sağlık problemi, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, açlık, futbolun ta dibine kadar giren kapitalizm, emperyalizm, sonra komprador sermayecilik, üretememe… üstesinden gelinebilecek bir aşamaya geçecektir.
Bunlar bugünden yarına çözülecek sorunlar değil, yukarıda saydığımız birçok noktada çıkarı olan yerel veya evrensel unsurlar vardır ki onlar da zaten ellerindeki imkânları bırakmaya yanaşmayacaktır, toplumcu bir zihniyetin yerleşip uygulamaya geçmesi bu yüzden de zaman alacaktır; örneğin terörden nemalanan kesim ki bu terörün sürmesi için gizli veya açık bir şekilde çaba gösterecektir, bugünlerde de olduğu gibi.
Bunlar giriş sözleriydi.
Asıl konumuz iktidar, yani hükümet kurma işi…
Ülke çok kıymetli, bir Akp keyfiyetine daha fazla bırakılamayacak kadar kıymetli, güzel… Milli irade, 7 Haziranda bunu fark etmiştir ve bu örgüte ülkeyi artık tek başına yönetme hakkını vermemiştir, her ne kadar bu örgüt 7 Haziran sonuçlarına yansıyan o milli iradeyi yok sayıp hala tek başına bir iktidar gibi davranıyor olsa da…
Kendilerine göre haklı sebeplerden dolayı Akp tek başına iktidarı hala çok arzuluyor, bunun için de erken seçime -en tepedeki tek adamdan aldığı basınçla da- oynuyor. Bu “oynama” esnasında da görüldüğü gibi memleketin ayarıyla da oynuyor.
En güzeli Akpsiz bir koalisyon olurdu ama olamadı.
Genel bir görüş şöyle: Bari Chp’nin içinde olduğu bir koalisyon, icap ettiğinde ki bu çokça icap edecektir “hop dedik” diyecek bir gücün iktidardaki varlığı Türkiye için tek parti iktidarından “şimdilik” daha iyi olurdu.
Evet, anlaşılabilecek bir iyi niyet.
Ama karşıda yine kendilerine göre haklı sebeplerden dolayı devleti on bin sene önceki bir ilkelliğe yani bir liderin yasayı söylediği ve toplumu da buna göre denetlediği modele dönüştürme gayreti var.
Bu da bir başka mesele.
Yazının sonuna biraz eski bir kitaptan (1991 basımı bir kitap) alıntı yapacağım, alıntının işaret ettiği şey de bugünü değil binlerce yıl öncesinin bir düzeneğini anlatıyor. Şöyle diyor:
Barış zamanı iktidarlar zayıflar.
Savaşta ise iktidar güçlenir.
Zorlatıcı olur.
Kümenin askeri potansiyelini dile getirir.
Dış tehlikelerde küme içi kaynaşmayı doruğa çıkarır.
Buna toplum düzenleyici şiddet deniyormuş dostlar.
Bu arada, oyumuz artıyor diye konuşmuyorlar mı orada burada! Vah ülkem...
Öldürmeleri bu sayfada lanetlemekten bıktık.
Hiçbir ölümü ayırmadan kaygılarımızı defalarca dile getirdik.
Ne yazık ki kaygılarımız bu öldürmelerle, katliamlarla hep arttı.
Kimsenin huzur içinde olamayacağı bir yere doğru gidiyoruz.
O noktaya gitmememiz, devletin, sadece devletin elinde.
Ve Havva Ananın dediği gibi, nedir devlet ve kim için vardır?
Vatandaşlarının yeme içe barınma sağlık eğitim gelecek güvencelerini ve aynı zamanda can güvenliklerini ama hiçbirini diğerinden inancı veya görüşünü göre ayırmadan sağlamakla yükümlü olan bir erkten başka nedir ki devlet!
Ve halkı için vardır.
Devlet, halkı için vardır; askeri, polisi, yargıcı, hâkimi, istihbaratı, imamı, öğretmeni, memuru, amiri ile halkı için vardır; solcu, sağcı, dindar, muhafazakâr… halkı için…
Devlet halk için vardır, değilse varlığı sorgulanır. Devlet, devleti yönetenlerin elinde halk için çalışan bir mekanizma olabilir, genel ve olağan durum böyledir muhtemelen; ama devleti ele geçirmiş bir örgütlenme içinde devlet sadece bir kitlenin keyfiyeti olur.
Devletin halkı için var olmak zorunda olduğu bir andayız.
Devletin tercihini halkından yana kullanması gerektiği bir andayız.
Halkın, devletin hakikaten adaletli olması gereken gücüne ihtiyaç duyduğumuz bir andayız.
Devletin, halkını “öldürülebilir” kitleler olarak görmemesi gerektiği bir andayız.
Devletin, halkının sağduyusuna sahip olması gerektiği bir andayız.
Alışılmışlıklar
Hepimiz biliyoruz ki ataerkil bir dünyada yaşıyoruz. Son zamanlarda kadınlara olan psikolojik ve fiziksel şiddetin daha da fazlalaştığını görebiliyoruz. Artık tecavüze uğrayan bir kadının durumunu bilmeden ‘’Mutlaka yapmıştır bir şeyler…’’ gibi söylemlere de alışıyoruz. ‘’Bin Muhteşem Güneş’’ adlı bir kitapta bu duruma uyan bir cümle hatırlıyorum. ‘’Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, bir kadını gösterir.’’
Her ne kadar ülkemiz için ağır bir cümle olsa da o kitabı okuduğum günden bu yana her geçen gün daha da hak veriyorum bu söze. Bu durumun değişmesi için herkes bir şeyler yazıyor, herkes bir şeyler söylüyor ama yine de bir çözüm elde edememek tedirgin ediyor beni. Benim fikrimi sorarsınız eğitimle atlatabiliriz bütün bu sorunlarımızı. Seçmeli bir ders olarak konulan eşitlik, toplum, saygı, yazılı ve yazısız kuralların konuşulduğu, tartışıldığı bir ders bu sorunları atlatabilmemiz için neden bir ilk adım olmasın ki?
Konulan yeni kanunların masum insanlara etki edip etmeyeceğinden emin olamıyorum ama yapılan doğru eğitimin kimseyi kötü etkilemeyeceğini biliyorum. Bunların dışında toplumsal ahlakın arttırılması için konferanslar düzenlenebilir, topluma bu fiziksel, psikolojik ve en önemlisi olarak da cinsel baskıların affedilir bir hata olmadığı konusunda bilgi verilebilinir. Bunlar için kadınlar kadar da erkeklerin çabalaması, destek vermesi gerekiyor Çünkü bu sorunların çıkış noktalarını erkekler oluşturuyor. Bunlardan sonra belki biraz daha güvenilir, şiddeti daha az tercih eden, daha yaşanılır bir toplum oluşturabiliriz.
Ayrıca gülümsemenin bulaşıcı olduğunu da biliyorum. Yani anlatmak istediğim; gülümseyen kadınlar gülümseyen bir toplumu oluştururlar. Gülümseyen bir toplum için alışılmışlıklarınızı değiştirin.
Deniz
Başımız Sağolsun-
Simge TURUN kardeşimiz,
çok genç yaşında yakalandığı hastalıktan kurtulamamış
ve hayatını kaybetmiştir.
Simge kardeşimize rahmet;
Batuhan’a,
Ailelerine, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
Mekânı cennet olsun.
Toplu Savunma Tekli Hücum
Alanya’yı nasıl yeneriz diye başlamıyorum bu sefer. Alanya’dan nasıl gol yemeyiz derdindeyim şimdi.
Şöyle düşünüyorum; rakipler kendi kendilerine diyordur ki, yahu biz bu Adanaspor’a nasıl olsa gol atarız, ki bize gol atmayanı ayıplarlar, biz rölantide bekleyelim, atarız ve maçı alırız. Zaten bize bir atan ikincisini mutlaka atıyor.
Dediğim gibi sadece bir maçta SabancıBelediyeSpor maçında bir gol yedik, takımın o zaman ayakta kalabilmesinde taraftarın müthiş etkisi vardı, bizim topçulara kalsaydı yine rezil olurduk.
Neyse. Kalede kim olur bilmem, orası artık Allah’a emanet.
Sağ bek konusunda diyecek kelime bulamıyorum. İki sağbekten bir malzemeci olmaz diyorum ama bu arada malzemeci arkadaşlardan özür diliyorum, karşılaştırmamın amacı o iki sağ bekin yanlış meslekte olduklarını vurgulamaktı.
Sağ bek Yiğitcan olmalı. Daha önce orada oynadı ve yine oynar. Varsın atağa katılmasın, yerinde dursun, macera aramasın, atağa kalkması gerekenler o işi hakkıyla yapsın yeter.
Sol bek Selçuk’ta sorun yok bence.
Mademki gol yememek için oynayacağız savunmanın göbeğine iyileştiyse Merthan, işe yaramaz ama Karmil ve bir umut Ozan yerleştirilmeli derim, üçlü göbek. Onların önüne de Fatih Şen. Savunmayı çoğalttığım düşünülmesin zaten Karmil ve Ozan ancak bir kişi edecek toplamda, kaleciyi zaten saymıyorum, bu durumda uygulamada 7 değil yine dört+1 kişi olacak savunmada: sağ bek, sol bek, Merthan, KarmilOzan ve Fatih.
Orta sahada Marko’yu tercih ederdim şahsen, ama Marko yok tabi, onun yerine takımda bir İniesta var zaten, artık o futbolcumuz kimse?
Orta sahaya kimi koysan aynı, hepsi birbirine benzeyen topçular, bal yapmayan arı ailesi… Hadi geçtik baldan börekten, mücadele etsinler yeter.
Kimseyi incitmek istemiyorum ama yine, ben olsam, diyorum; Uğur, Cem ve Samican’ı hemen alt yapıya geri yollar daha bir süre pişmelerini beklerdim. Kariyerini riske atıp onlara ısrarla forma ve kaptanlık veren bir hocayı mahcup ettilerse bunlar herkesi mahcup eder. Ama diyeceksiniz ki ellerinden gelen bu kadar, yüklenmeye gerek yok; o zaman eyvallah! Yolları yine alt yapıya çıkar!
Gol yememeyi mümkün olduğunca güvence altına aldıktan sonra artık biz şunu deriz; nasıl olsa bir gol atarız.
Evet, bence Alanya’ya gol yememek için gitmeliyiz, saldırıp 3 puan almak hayali bizi aşar, çünkü arkada bıraktıkların kaleyi savunacak gibi değil.
Yapmamız geren şey, gol bölgemizi Hayber Kalesi gibi savunmaktır.
Böyle.
Fikrim budur dostlar.
Vira, demeyi çok isterdim.
Demether’in Laneti
Erysikhton, toprak ana Demether’in korusunda bulunan en yüksek meşe ağacını keserek suç işlemiş biriydi. Adamları, meşeye dokunmamasını söylemişlerdi ona. Erysikhton bu akıllıca uyarılara kulak bile asmamış, baltayı kapıp ağacın gövdesine indirmiştir. Hemen kan fışkırmış baltanın değdiği yerden.
Kabukların arasından gelen bir ses ‘Beni kesersen Demether seni cezalandırır.’ diye bağırmış. Erysikhton yine de aldırmamış, çevresinde orman perilerinin dans ettiği meşeyi kesmiş. Bunu gören orman perileri Demether’e ağacın kesildiğini söylemişler. Öfkeden çıldıran Toprak Ana ‘Kim kesti?’ diye gürlemiş.(El cevap) Erysikhton!
Onu öyle bir cezalandıracağım ki… Herkes görüp öğrensin bakalım, benim ağacımı kesmek ne demekmiş. Sonra Kıtlık’ın yaşadığı karanlık ülkeye koşmuş. ‘Aman,’ demiş ‘şu adama öyle bir oyun et ki ömrü boyunca doymak bilmesin.’
Kıtlık, tanrıçasının sözünü tutarak Erysikhton’un evine gitmiş. Erysikhton uykudaymış. Kıtlık, cılız kollarına almış onu, adamın midesine açlık ekmiş. İşte ne olduysa o anda olmuş. Erysikhton uyanarak bağırıp çağırmaya başlamış: ‘Karnım acıktı, yemek getirin çabuk.’ diye haykırıyormuş. Adamları hemen yemek yetiştirmişler ona; ama efendileri doymak bilmiyor, yedikçe yiyormuş. Daha ağzına attığı lokma boğazında kayarken yine acıktığını söylüyormuş. Günlerce sürmüş bu durum.
( bizim burada yıllar ve yıllardır sürüyor ya bu durum…)
Erysikhton nesi var nesi yoksa satıp karnını doyurmuş. Daha doğrusu doyurmaya çalışmış. Sonunda satacak eşyası kalmayınca kızını elden çıkarmaya karar vermiş. Zor olmamış bu; çünkü kızı güzelmiş. Hemen bir alıcı çıkmış. Ancak kız, deniz tanrısının yardımıyla kaçmış bu adamdan biçim değiştirerek. Evine eski haliyle dönmüş. Bu olaydan sonra Erysikhton kızını üst üste satmış.
Kız her defasında ya at, ya kuş, ya da başka bir şey olup kurtuluyormuş. Sonunda kızından elde ettiği parayla da doymaz olmuş ve kendi gövdesini yiyerek ölmüş.’(*)
Ne diyelim, elbette bir hikâye bu. Gerçek şahıs ve olaylarla bir ilgisi herhalde yoktur.
Peki, bu adamlar nasıl yer de doymaz, yer de doymaz?
Hay Demether’in laneti...
Evet dostlar.
Mersin antrenman maçından beri kaleciyi yazıyoruz. Adamcağız hakikaten Adana’ya pikniğe gelmiş, yeşilliği görünce de değmeyelim keyfine…
Baştan diyeyim iki noktayı sonra devam edeyim:
Bir: Muhterem kalecimizi marke edemedik.
İki: Hakem denen sefalet üçlüsünü geçemedik.
Böyle olunca da kaybetmek kaçınılmaz olur.
Tribün güzeldi genel olarak. Hoca ile takımı çağırmaları da şık bir hareketti. Güzel şeyler bunlar. Başkanın maratona gelmesi de şık hareketlerdendi.
Gelelim maça:
Çok güzel başladık, 4 dakikada net 3 gol kaçırdık, kaçmayacak topları kaçırdık. Ve 15. Dakikada kaleye gelen ilk top gol oldu. Öyle ki, o dakikaya kadar bay kalecinin eline top bile değmemişti. Galiba bu ritmi bozmamak için rakibin gol vuruşuna ayağıyla uzanır gibi oldu.
Karmil’in iki pozisyonu tartışmalı bana göre ama düdüğü elinde tutan şahıs çok kararlı gelmiş…
Sonra sağdan Tiago’nun rakipten çalıp Keleş’e verdiği pasta pozisyon tertemizdi, gözümün önünde oldu, o yan hakemciğin yedi sülalesinden bile temizdi.
Takım hep gol için saldırdı, 10 kişiyken de. Ama 2. Devrenin başında reflekslerini kuaföründe aldırmış olan bay kaleci yine izledi. Sorumluluk kendisinindir. Transfer edildiğinde sevinmiştik iyi kaleci aldık diye, boşa sevinmişiz, aldığımız şey kaleci filan değil.
Sağ bek yoktu, sorumlusu Levent Hocadır.
Fatih Şen oyundan çıktı takım 10 kişi ile 2 gol atıp beraberliği yakaladı. Onu oynatmakla Levent Hoca Fatih’in de sorumluluğunu almış oldu.
Maç 2-2 olmuş, be adam 30 metreden gelen şutu al bir zahmet, diyeceksiniz ki aldı, doğrudur içeri aldı. Utanç verici bir şey.
Beraberliği yakaladıktan sonra yorulan takımı defansa çekip kontralarla gidebilirdik, ama fırsat olmadı. Yediğimiz 3. Golün aynısını rakip kaleci çıkardı. Ne diyeyim daha, dediklerimden başka. Yine sustum.
Takımın mücadelesinden memnunum. Bundan sonrası Levent Hocanın elinde, ya geçen sezon yaşadığımızı yaşayacağız ya da toparlanacağız, kaybolmuş bir şey yok henüz.
…
12 Eylül
Devam
Ediyor.
Tüm
Zulmü
Ve
Gaddarlığıyla
Ve laneti
Ve
Mendeburluğuyla
12
Eylül
Devam
Ediyor
…
Kıyamete
Kadar
Sürecek
Dedikleri
İşte
Tam
Olarak
Budur!
…
12
Eylül
Devam
Ediyor
…
Hepsi
...
Bilet Fiyatlarına Dair
Lafı uzatmayacağım.
Baştan diyeyim:
Mesele liraların kendisi değil; mesele, kafamızın bagajında ne var meselesidir!
Bir kere yazacağım. Kabul görür veya görmez; ben fikrimi belirtip önerimi yapayım da…
Maraton için 12.5 TL çok para. Eski fiyat iyiydi: 10 TL makuldür! Hatta şu Passo muhabbetinden sonra ben olsam maratonu 7 TL’ye düşürürdüm.
Gelelim ince noktaya.
Gündüz Tekin Onay Tribünün olduğu yer, ki oraya Güney Kale Arkası deniyor. Ben ilk yazdığımı tercih ediyorum; evet Gündüz Tekin Onay Tribünü için belirlenen para, yani o 10 Lira çok lira!
Hadi çok değil diyelim (ama çok) bu bilet fiyatının kendisi bile tek başına bir problem nedenidir. Yangına körükle gitmektir.
Bu bilet fiyatı sezon öncesinde kulüp tarafından yapılan uzlaştırıcı açıklamalara uymuyor. Tamam, Adanaspor tribünü GKA’dan ibaret değil, ama bu bilet fiyatıyla muhatap alınan kitle zaten yönetim açısından sorunlu bir kitle.
Hakikaten huzur, dayanışma, barış mı istiyoruz?
Ciddi miyiz?
Samimi miyiz?
O zaman o bilet fiyatını eski yerine çekelim: 5 TL.
Hatta bana sorarsanız orayı 3 TL yapardım şu geçitte.
Ha, oraya bir rüşvet mi bu?
Hayır!
Bu ekonomik koşullarda bir iyi niyet göstergesidir önerdiğimiz şey ve yönetim açısından tribüne verilen bir mesajdır: Bakın, bizim dayanışma ve birlikten başka bir planımız yok, mesajıdır.
Yenide düzenlenecek bilet fiyatları da sembolik bir hareket olacaktır elbette!
Bakınız, yeni bilet fiyatlarını, her durumda en iyi niyetli olmaya çalışan ben bile “şu son karşılıklı açıklamalar sebepli” bir intikam zammı diye düşünür oluyorum.
Bilet Liraları hiç değilse eski yerine çekilsin ve artık bu lig başlasın.
Başlasın değil mi?
Vira Bre!
Kısa Kısa
I.
Bilet fiyatları açıklanmış.
Maraton 12,5 TL. Çok! 10 TL iyiydi.
Kale arkası ise 10 TL. Bu daha çok! 5 TL iyiydi.
Tamam, Adanaspor için bilet fiyatı biçmeyiz, ama bu zamlar ülkenin ekonomik gerçeğini es geçmektir. Yol parasını bulmakta zorlanan insanlardan bahsediyoruz çoğu zaman.
Fakat, o ekonomik gerçekler kulüp için geçerli değil mi, diye bir karşı soru gelebilir. Elbette geçerli, lakin tribün geliri diye bir şey zaten yok, oradan bir kazanç veya kayıp hesaplanabilir mi, bilmiyorum.
Keşke, eski fiyatlarına çekilse biletler. Bir de bunu bir kriz sebebi olarak fırsata dönüştürme eğiliminde olanlar vardır, olabilir yani, mümkündür. İşte bu gerginliklere gerek yok diyorum, bir bilet fiyatı üzerinden.
II.
Yeni cumhurreisi daha az konuşsa keşke, daha az karışsa daha az görünse.
Ne iyi olurdu bre.
III.
Hakikaten Osmanlıspor diye bir takım var yahu!
IV.
Ne olacak bu memleketin hali?
Bir neoosmanlı hükümetinin
devir teslim şeysinin ruznamesi niyetinedir.
Genel başkanlık için oylamaya geçilir.
Alınacak oy sayısının gösterge olacağı belirtilerek, delegelerin oy kullanması için anonslar yapılır.
Sürenin dolmasına kısa bir süre kala sandıklarda oy kullanmayan delegelerin adları tek tek okunur.
Adı okunan milletvekilleri arasında Erdoğan Bayraktar, Nihat Ergün ve Salih Fırat da yer alır. Kongreye katılan delegelerin tamamının oy kullanmadığının anlaşılması üzerine süre 15 dakika daha uzatılır. Sürenin bitmesine kısa bir süre kala Bayraktar’ın adı yeniden anons edilir.
Bayraktar’ın oy kullanmadığı gözlenir. Süre bittikten sonra da sandık başında bulunanların oylarını kullanabileceği anonsu yapılır.
1480 delegenin 100 kadarı zorunlu seçime gelmez.
Katılanların tümü oy kullanır, sadece 6 oy geçersiz sayılır ve yeni yaverbaşkanyakınzamandatemsilibaşbakan 1382 mecburi oyla filan seçilmiş gibi olur aslında atanırken.
Neymiş?
İler demokrasi!
Nasılmış?
Abi, o kadar ileri ki bizi aştı geçti hiç varamayacağımız bir noktaya gitti.
Çiko, sizin Meksika’da nasıl olıyordu bu işler, diye sordum.
Bana ilişme, tekila içmeye gidiyorum, dedi.
Sabah sabah dedim.
Bir çizgi kahramanın vakit, zaman ve irade ve inisiyatif ve iktidar problemi yoktur varlığımızın devamlılığını belirleyen bir başka güçlü keyfiyettir dedi...
Şimdi;
Bu Çiko onca lafı bana mı soktu şimdi?
Şu Chp'nin işine karışmayım diyorum ama neticede memlekette yaşıyoruz ve onlar da memleketin bir fotoğrafı.
Kitap okuma yok ama belagat var! Niye belagat? Çünkü en fazla bağıran en haklı sayılır.
Kemal Kılıçtaroğlu’nun ülke koşullarında bir lider olduğunu düşünmüyorum, ama iyi niyetine inanıyorum. Fakat iyi niyetin de cehenneme giden yolun taşları olduğunu Nietzsche’den biliyorum.
Olağan seçim yenilgilerinden sonra Chp içindeki bir grup kitle daha cenaze soğumadan miras kavgasına başladı. Tam bir çapsızlar topluluğu… Nur Serter, Süheyl Batum, İsa Gök filan parti içi muhalif liderler. Off! Traji-komik bir hikâye.
Ha bir de M.İnce’nin Adana ayağı var: Ümit Özgümüş.
Yani?
Mehmet Ağar’ın Mart 2004 Adana Büyük Şehir belediye başkan adayı. Niye aday idi? O zamanki yorumlara göre Chp belediyeyi almasın diye aday idi! Öyle de oldu. Ama bakın bir başka parti ile değil doğrudan Mehmet Ağar’ın adayı… Mehmet Ağar malum. Ü.Özgümüş de sözde malum; yani eski büyük devrimci!
Hay bin devrim!
Neyse!
Bir Adanaspor-Kasımpaşaspor malum maçında Adanalılar kusura bakmayın diyen Kasımpaşalı başbakanın karşısında Adanaspor hakları için tek laf etmeyen; ama bir uçakla muktedirin Adana temsilcileriyle Denizli’ye şampiyonluk maçına giden bir Adana vekili Ü.Özgümüş. Gitsin, bize ne! Ama o dönemi de kaydettik hafızaya. Öyle!
Neymiş, parti içi muhalefette Belagatçi(!) Muharrem İnce’yi destekliyormuş! Ne için? Emekten, ezilenlerden yana ve demokrasi özelikle laiklik için! Sorsam! Mehmet Ağar da oralarda mı acaba?
Şu unutulmaz açıklaması ile:
''Hiç kimsenin bundan böyle SAĞ seçmenin sırtından iktidar olmasına izin vermeyeceğiz'' diyen Ağar, tüm illerde olduğu gibi Adana ve Osmaniye'de en isabetli kişileri seçtiklerini, 28 martta siyasetin yeniden şekilleneceğini sözlerine ekledi.
Mehmet Ağar, daha sonra, Adana Büyükşehir Belediye Başkan adayı, eski Adana Sanayi Odası Başkanı Ümit Özgümüş ile…”
Bu, Kılıçtaroğlu’nu kollama yazı değildir.
Tam tersi;
parti içindeki sosyalistlerin hakiki ve etik bir muhalefetle, orada daha etkin olmalarını umma yazısıdır. Her mevzi kıymetlidir zira.
Hatta, sosyalistlerin Chp’ye bir Truva yapmasını öneren bir yazıdır. İnsanlar nasıl olsa oy veriyor, bari o oyları sosyalistler yönetsin, temsil etsin.
#Kargasözü
Bir
Karga kavmine
Yapacağınız
En büyük hizmet
Onlara
Cesaret
Vermektir.
________________
Vira Ulan!
Tatil Ganimeti
İki hafta önce tatile diye çıktım, lakin üçüncü günde sıkıldım. Uygun bir ortam bulup nasıl kaçarım diye düşünürken nefis kitaplar buldum.
Nazım Hikmet’in “Herkes Kendi Payına Ölür”ü epeydir aradığım bir kitaptı.
Ahmet Telli’nin bence en güzel 2 kitabını buldum sonra: “Hüznün İsyan Olur” ve “Dövüşenler Anlatsın”, bu 1. Basım üstelik.
Bitmedi.
Metin Eloğlu’nun “Yine” adlı ve 6 eserden oluşan kitabını da buldum. Orada bir yerde şöyle diyor: “Sizi kurtaracak bir önderin peşinden asla gitmeyin, dememiş mi E.”
Arif Damar, “Yoksulduk Dünyayı Sevdik”, bu da 1.Baskı.
Derken, gerçekte 2. Yeni’nin asıl öncüsü olan Oktay Rifat’ın Çobanıl Şiirler’ini… buldum. Buldum derken, arayıp da… Adam Yayıncılık’tan ve ilk baskı.
Behçet Necatigil’in yayımlanmamış şiirlerini… “Gizli kervanlar yola / Gece olunca çıkar” diye yazmış.
Babil Kitaplığı’nın 4. kitabını, Cazotte / Aşık Şeytan, Jorge Luis Borges tarafından hazırlanan fantastik edebiyat dizisinden… “Yirmi beş yaşında, Napoli kralının muhafız birliğinde yüzbaşıydım.” ile başlıyor.
Ve,
Cemal Süreya’nın Üvercinka’sı. 2.Baskı Şubat 1966-
"sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
bunların konuşması olur öpülmesi olur”
Ne güzel oldu 2 bin kilometrenin bagaj zenginliğiE-Bilet Taraftarı Susturur mu?
AKP Akıllandı mı?
E-bilet uygulaması 14 Nisan ile birlikte hayata geçti.İlk uygulanacağı yer hafta sonu oynanacak olan Beşiktaş ve Fenerbahçe arasındaki derbi maçı olacak. Çarşı grubu derbi mücadelesini maça gitmeyerek protesto edeceğini söylerken, basında çıkan ‘40.000 Beşiktaş taraftarı e-bilet başvurusu yaptı’ haberlerinin yalan olduğunu ve şu ana kadar e-bilet alan Beşiktaş taraftarı sayısının sadece 5000 olduğunu söyledi. Burada bir not olarak düşmemiz gerekiyor.
Peki nedir bu e-bilet? Kısaca e-bilet uygulamasının getirdiklerini yazmakta yarar var. Anlatmaya her zaman olduğu gibi ‘paramız kimin cebine giriyor bu sefer?’den başlayalım. Adına PASSOLİG dedikleri bu kart Çalık grubuna ait Aktifbank’tan alınıyor. Bu kart aynı kredi kartlarında olduğu gibi senelik 15-40 lira arasında aidat ödemeyi gerektiriyor ve kart kullanımından doğan hizmet bedeli maç başına 2 lira olarak alınıyor.
Kartların alımı için ödenecek kargo parası 5 lira. Bunların hepsi artık bilet parasının üstüne ilave olarak binecek ve çalık grubunun cebine gidecek. Ayrıca Aktifbank ile 10 yıllık bir sözleşme imzalandığından senelik kart bedeli her sene artırılabilecek. Bu da maç izleme ve taraftar olma hakkımızın tamamen elimizden alınarak müşteri yapıldığımızın kanıtı.
E-bilet uygulaması her tarafı ile saçma bir uygula olmasını, Avrupa ülkelerinde bir dönem gündeme gelen e-bilet uygulaması mali külfetinden ve uygulanmasının zorluklarından dolayı hiçbir yerde hayata geçirilmedi. Uygulamanın amacı çok net olarak ortadadır: Gezi’den sonra iyiden iyiye kendini gösteren muhalif taraftar gruplarını susturmak,taraftarlık müessesini bir müşterilik ilişkisi halinde tarif ederek tribünlerde örgütlenmenin önünü geçmek ve tribünden gelecek muhalif sesi susturmak. Bu sadece sporda ya da futbolda değil her alanda böyledir. Aynı üniversitelerde yaptıkları gibi. Bir şey senin yasal olarak hakkın ise örgütlenirsin ama eğer seni ‘bir işin müşterisi’ yapmışlarsa ‘patronlar’ konuşur.
Dava hakkında kabaca sadece birkaç önemli nokta hakkında bilgiye sahiptik. Ve o zamanlar Ergenekon, KCK davalarının iktidar tarafından hala savunulduğu ve suçsuz insanların apar topar içeri atıldığı günlerdi. Yani çarp 2 ile: Burjuvaziden adalet beklenmez! AKP’den hele hiç!.. Bu Aziz Yıldırım’ın sütten çıkmış ak kaşık olduğunu cansiperane savunmak demek değildi. Ama o zaman bu davaların kesinkes doğruluğuna inanan bir kısım demokrasi budalası olduğundan bir de ‘Azizci’ olmuştuk.
Fenerbahçe taraftarı Boğaz Köprüsünü geçmek istedi, polis tarafından gazlandı. Bu Gezi olaylarından köprünün geçilmesinin doğal bir provası oldu. O sezonun son maçında Fenerbahçeli taraftarlar Kadıköy’de polisle çatıştı, arabaları ters çevirdi. Bunlar küçümsenecek şeyler değildi. Bütün bunların birikmesi Fenerbahçe taraftarını politikleştirdi ve örgütlü olarak Gezi Ayaklanması’na aynı Çarşı grubu gibi katılmasını sağladı.
Ve olay AKP-Cemaat kavgası ile tamamen patladı, AKP işi iyice eline yüzüne bulaştırdı. Ergenekon, KCK ve diğer davalar gibi şike davası da ‘pararel yapı’ya yıkılmaya çalışıldı ve davalar bir anlamıyla düşürüldü. Ama olay taraftarın gözünde bitmemişti, neden bitsin! Hani adalet dağıtacaktınız? Trabzonspor taraftarı aslında hep bunu sordu. Olay basit bir Fenerbahçe düşmanlığından ibaret değildi bana kalırsa. AKP mitinglerinde boy gösteren ve AKP Trabzon il başkanı gibi çalışan İbrahim Hacıosmanoğlu’nun kulüp başkanı olması boşuna değildi. O da Aziz Yıldırım düşmanlığı üzerinden taraftarın gazını alacağım derken işin suyunu çıkardı, AKP yandaşlığını çok açıktan belli edince pek inandırıcılığı kalmadı.
AKP ve Tayyip Erdoğan Trabzonspor taraftarına adalet vaat ederek oy istemiş ve sonunca işi yüzüne gücüne bulaştırmıştır. AKP de bunun farkındaydı. Trabzon valisinin maçtan 1 gün önce ‘gerekirse her balkona bir keskin nişancı koyarız’ demesi de bundandı, ve yaptılar da… Sonunda olanı gördüler. Vendetta maskeli Lazlar sokaklara çıktılar.
AKP ve Tayyip Erdoğan şimdi e-bilet hamlesi ile taraftar gruplarını bitirmek için yine harekete geçti. Olayın özeti budur. Ne ile karşılaşacaklarının farkındalar mı acaba? Neyse ben konuyu burada kapatayım artık. Havalar ısınıyor zaten. Lig bitti bitecek. Önümüz 1 Mayıs, 1 Haziran…
ONUR DALAR
Kaynak:
Milli İrade
Bu tamlama, iktidarın en sevdiği öbek, en ufak bir hükümet eleştirisinde karşımıza hep milli irade sıfat tamlamasıyla çıktılar. Cümle bile kurmaya gerek duymadan, keyiflerine ve ihtiyaçlarına göre her durumda milli irade deyiverdiler:
Yolsuzluk iddiası, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Uçak dolusu silah, Nijerya filan, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Rüşvet, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Sağlığı ticarileştiriyorsunuz, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Eğitim darma duman, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Sizin görmeyi reddettiğiniz bir yoksulluk hüküm sürüyor bu memlekette, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Yahu, en pahalı benzin, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Futbola çok karışıyorsunuz, dendi; ama arkamızda milli irade var dediler.
Ankara’daki şampiyonluğu elimizden alıp Kasımpaşaspor’a verdiniz, dendi; ama Adanalılar kusura bakmasınlar, arkamızda milli irade var dediler.
Daha bir sürü şey sayarım da yine milli irade deniverir evet.
Şu seçim şaibesini diyeceğim, yüzde bilmem kaçla yine milli iradeden bahsedilecek.
Ankara’dan Antalya’ya kadar binlerce kilometrede seçme hakkına dair onca soru işareti bu milli iradenin kendisi olmasın.
Gasp edilmiş bir iradenin milliliği…
Nedir? Bunu sonra tartışalım ama birçok şekilde iğdiş edilmiş bilincin iradesi de ayrıca olmaz, dedi Çiko.
Hay bin kuzgun!
Fast-Food/Boll
Bu futbol,
Çığırından çıktı
bre.
Ne tatsız bir şey oldu; muktedirin çapsızlığı ve futbolda da ben iktidar olayım derken basiretsizliği, entrikalar, yandaş yaygara filan...
Böyle...
Tepüklemek futbolu,
yeğ midir
nedir?
Belki de "sokak futboluna" dönecektir o malum ikili mücadele, sokaklarda oynanacaktır kim bilir...
Hay bin karambol.
12 Eylül
Yıldırım iki kez aynı yere düşmez der işi bilen adamlar.
Gereken ortam ve koşullar değişmiştir çünkü.
Doğanın neden sonuç ilişkisi taammüden işlemiyordur üstelik.
Ardışık bir planın yürütücüsü değildir.
İklim, zaman, zemin gibi nesnel ve tabii unsurlardır belirleyici olan.
Ne bileyim, böyle şeylerdir herhalde.
Varsın tümden mecazî olsun bu sözün karşılığı, ne gam.
Felsefi yerden bakınca da “aynı nehirde iki kez boğulamazsın” olsun.
“Aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.” diye şiire versin bir yanını.
Değişen bir şey yok.
Ve fakat bu söz bu gün, yani 12 Eylül itibariyle bizi anlatmaz dostlar.
Aynı tarihte ve aynı yere iki kez düşmüştür o melun şey.
Veya biz aynı nehirde hem de aynı günde iki kez boğulduk gittik.
Üstelik Çiko’nun da dediği gibi çalışılmış ve gol olması kesin pozisyonlardı onlar.
12 Eylül 1980
ve
12 Eylül 2010
Bir memleketin iki kez vurulduğu tarih.
Bu iş bitti zannettiler.
Ama bakın bitmedi, mukavemet gösteriyor vatan
Sadece futbolda geçerli değil bu söz;
Biz bitti demeden bitmez!
Eh, bu devran da her zaman böyle gitmezDarbeder
Darbe dediğimiz kelimenin, etimolojisi itibariyle de şiddetle vurmayla ezmeyle bir ilgisi vardır, “darb” kökünden gelip. “Darp etmek” de böyle bir şeydir. Çarpış, vuruş, eziş, kötü duruma düşüş, sarsış, zor kullanarak deviriş, indiriş, iyi olan bir durumu kötüye dönüştürüş, engelleyiş, filan…
Darbe dediğimiz şey, yani askeri manada darbe dediğimiz vuruş, indiriş kimin kimlerin işine yarar veya yaramıştır?
Tabi ki yine özet geçeceğim.
Zira her konuyu ayrıntısıyla yazmak burada mümkün değildir. Bir merak uyandırırsak ne ala! Şöyle bir değinip duracağız.
Evet,
Kimlerin işine yaramıştır bu antidemokratik müdahaleler, ülkemizde?
Şunu baştan söyleyeyim Sosyalistlerin işine yaramamıştır. Bu kesin olan bir şeydir.
Kimlerin işine yaramıştır peki?
Temelde baskıcı, demokrasi yoksunu, özgürlükçülükten bihaber, yasakçı, emredici, atayıcı, ben bilirim ve ben yaparımcı, en fazla oycu zihniyetlerin işine yaramıştır o darbeler. Muhafazakârların, sağcı politikaların, hatta doğu tipi liberal hacıların, işçi düşmanlarının, patroncuların işine yarar ve yaramıştır da darbeler.
Şu eski bir espri konusudur, darbeler Süleyman Demirel’in yapmak isteyip de yapamadıklarını yapmıştır. Zaten her darbeden çok kısa bir süre sonra şapkadan ya kendisi çıkmıştır ya da bağlı olduğu beslediği beslendiği fikriyat.
Yukarıda da dediğimiz gibi aslında o darbenin darbelerin ruh ikizi olan siyasetçilerin işine yaramıştır. Darbeden çok darbeci olarak sivil siyaseti ya askeri bir kimliğe büründürmüşlerdir bile isteye ya da polis devletini tesis etmişlerdir.
1960 biraz darbesinden sonra AP iktidara gelmiştir.
Aradaki muhtıralar girişimler filan sağcı iktidarlara payanda çıkmışlardır.
1972 darbesinden sonra da sahne fazla değişmemiştir dekor ve kostümler itibariyle.
1980 darbesi ise tescilli bir sağcı ve ABD güdümlü darbe olarak kayda geçer.
Tüm sağcı liberal İslamcı milliyetçi muhafazakâr komprador taşeron antisosyalist kapitalist özelleştirmeci politikalar daha bir şevkle uygulanmaya başlamıştır. Çünkü yeni dünyanın sermayesi kendine bakir alanlar ve bu alanlarda iyi çalışacak elemanlar ister: Hizmet kamuflajı altında falan...
Yani?
Lanet olsun darbeye de yapana da girişene de darbe beklentisinde olana da o darbelerden kendilerine siyasi menfaatler peyda edenlere de o menfaatleri sürdürmekte olanlara da darbeleri meşrulaştıranlara da sivilleştirenlere de… Evet.
Ben Mısır’daki darbe için bir şeyler diyecektim ama buraya anca geldim.
Efendim,
Sonunda dilerim Mısır halkı yine üzülen yaralanan olmaz.
Kaybeden yine halk olur.
Askeri, polisçi veya sivil darbeciler bir zahmet uzak dursun;
halklar kendi kaderlerini müdahalesizce tayin etsin,
desem
pek romantik olurum değil mi?
Rüya Bu Ya
Bir bakıyorum maç 2-1,
sonra skoru 5-1’e getirdiğimizi görüyorum, ne ala deyip bir keyif,
belki sağdan sola doğru şöyle bir kıvrılma hareketi,
sanki bir tebessüm yüzde, bilmem, nasıl göreyim ki, biri fotoğrafını çekmedikçe.
Son 1o dakikaya giderken maç 5-2 olmasın mı!
Ve efendime söyleyeyim,
canına yandığımın maçı, yani o son 1o dakika sabaha kadar sürdü,
bitmedi de bitmedi.
Bir anın sonsuza kadar süreceği sanısı…
Elbette bir arızadır bu.
Baktım olacağı yok dostlar,
skor 5-2 iken
madem bu maç bitmiyor,
ben de uyanırım, deyip
bitirdim rüyayı.
Şöyle bir esnedim,
iyi sonuç dedim,
Rüya da olsa hakkaten iyi sonuç.
Adalet Baktığın Yerde Değilse Arama III
Hakkında ne çok şey yazılacak bir konu: Adalet!
Canına yandığım yaz yaz bitmez.
Futboldan giriniz mutfaktan çıkınız; arada aç sınıfın lanetini duyunuz!
Türe.
Hak hukuk uygunluk gözetme yerine getirme doğruluk insaniyet vicdan hayâ ar haysiyet adil olma durumu diye sıralarız direkt muhatabı olan olabilecek olan kavramları…
Ki her biri ayrı bir kıymettedir bu kavramlar.
Ama adalet kavramı en çok devletin güvencesinde ve tabi ki sorumluluğundadır.
Adalet, devletlerin namusudur, diye beylik bir laf etsem yeridir.
Adalet giderse her “şey” gider bre, “her şey”…
Devlet dediğimiz erk çatışan kurum veya bireyler arasında, bizatihi devlet ve vatandaş arasında hakka uygun bir denge sağlamazsa, adalet dediğimiz o şey bir boka yaramaz.
Laftan öteye de geçmez haddizatında.
O zaman ne derler; içine tüküreyim ben böyle sanatın. Hay bin kunduz, konular karıştı.
Bakınız, aynı zamanda hukuk ve yasaları uygulayan bir devlet örgütüdür adalet.
Yani her kıymeti özelleştirirsiniz, özelleştirirsiniz de, işte o adaleti de özelleştirmeye kalkarsınız keyfiyetleriniz ve mendebur nefretlerinizle bırakın devleti, adamlığınızı tartışırız.
Evet, devlet ve kolları ve argümanları adaletsiz olmaz.
Adliye,
Adalet Sarayı,
Adalet Bakanlığı,
Adalet Divanı,
Adalete Teslim Olmak,
Adalete Teslim Etmek…
Gördünüz hepsi devlet erkinin kelimeleri.
O sebeptendir ki, adalet baktığın yerde değilse boşu boşuna arama onu, bulamayacak göremeyecek tanımayacaksın demektir.
Neymiş?
2 Trilyoncukmuş.
Eee?
Biraz dahaymış....
Adalet ha!
İdol Mustafa Denizli
Çaykur RizeAkpspor’un büyük ve mağrur ve idol ve başarılı ve payanda hocası ve de büyük taktikçi Mustafa Denizli demiş ki;
İbre tersine döndü.
Nedir?
Şimdi kendileri kazanırken rakipleri kaybediyormuş falan.
Hoca sen ne diyorsun Allah aşkına?
Dalga mı geçiyorsun vatandaşla?
Hadi sen şaşısın da âlemi kör mü zannediyorsun?
Yahu lig kurulmuş,
olmuş bitmiş sen de kerameti kendinde sayıyorsun,
rakiplerinin de hakikaten öylece kaybettiğini kuruyorsun.
İnşallah
“Biz kaybettiğimizde onlar kazanıyordu. Artık ibre tersine döndü, onlar kaybettikçe biz kazanmaya başladık. İstediğimiz bir tablo ve inşallah böyle devam eder." diyor en büyük idol hoca.
Hocam, orada iş artık inşallahlara filan bırakılmıyor.
Hem futbolda işler öyle yürümüyor, sahadan önce masada çalışmak gerekiyor, çalışılıyor da ne güzel.
Diyor ki;
“Takım ve şehir son haftalarda bütünleşmiş durumda. Bu manzara bizi mutlu ediyor.”
Niye mutlu etmesin ki?
Ama bizi mutlu etmiyor.
Şampiyonluk delisi olduğumuz için değil, sahnenin pespayeliği can sıkıyor. İzlenecek gibi değil.
Ha, o bütünleşmede partinizi ne dolayısıyla hükümeti TFF’yi MHK’yi, Tahkim’i filan unutmuşsunuz yahu, hatırlatalım. Filmin sonunda teşekkür olarak geçersiniz künyede.
Evet, anlaşıldı, meşrebinizde kazanmak güzeldir, nasıl olursa olsun, ama kazanmak. Leziz!
Büyük Hoca’dan belki daha az konuşma, şöyle bir mahcubiyet, urup mütevazılık…
Eh, âlem buysa Denizli Mustafa da budur.
Sevinin, gönenin, şen olun; devir sizin devran sizin, eğlenin bre…
Ama mazlum ahı almanın ne olduğunu da unutmayın…
2013’e Güzelleme
Savaş, türlü türlüsü
Kirlisi, karası, mendeburu…
Yokluk yoksulluk, kimsesizlik
Yamanı, yakanı, yıkıcısı…
Vergiler,
Amansızı, imansızı, her bir çeşidi…
Zamlar,
Delisi, danası, kötülüklerin anası…
İşsizlik,
İflah gevreteni, yuva sökeni…
Kredi kartları,
Takla atanı, patlayanı, esnaf patlatanı…
Umutsuzluk,
Can yakanı…
Ve “çözülüp giden bir yün yumağı gibi akıp giden günlerimiz” ile
Yeni bir yıl…
2013…
Gel bakalım,
Göreceğin de var…
Hay bin sene!
Muhteşem Tartışma
Kızılca kıyamet çökmüş dizi üzerinden. Anladığım kadarıyla seveni kadar sevmeyeni de var dizinin. E, olur öyle şeyler… Seven izleyecek, beğenmeyen de başka kanala geçecek, demokrasi dediğimiz şeyin içine bu tercihler de pek ala girebilir, hele iler demokrasilerde sanırım böyle lafların mevzusu bile olmaz.
Peki, Başbakanımız ne demiş dizi için, onca işinin arasında:
“Birileri bizim tarihimizin savaştan, kılıçtan, entrikadan, iç çekişmeden, maalesef haremden ibaret olduğunu iddia ediyor. Bizden olmayan birileri son derece kasıtlı şekilde bizim tarihimizi bize böyle anlatmaya çalışsa da biz kendi tarihimizi böyle göremeyiz, görmeyeceğiz.”
“Bizden olmayan birileri” derken…
Türk olmayan mı?
Müslüman olmayan mı?
Akp’li olmayan mı?
“Muhteşem Yüzyıl”, Meclis’in de gündemine taşınmış ve AKP İstanbul Milletvekili Oktay Saral, diziyi yayından kaldırmaya yol açacak bir kanun teklifi hazırlamış bile.
İyi haftalar efendim!
Yorum veya Durum Tespiti
Genelde eleştirmenlerin, gazetecilerin kullandığı yöntemlerdir yorum yapmak veya durum tespitine başvurmak ya da her ikisini yapmak. Tabi ki bunu kişisel okuma alanıma göre söylüyorum. Yoksa şirketler, çeşitli kurum ve kuruluşlar da durum tespiti yaparmış. Yorum ise herkese açık bir alandır ki, kafa göz yararak da yol aldığımız olur. Dönüp bakınca o türden kafa göz yaran yorumlar yaptığımı da elbette görüyorum; )
Bu yazı yorum ile durum tespiti arasındaki farkı şahsen daha net anlamam için kaleme alınmıştır. Sizin de ilginizi çekerse ne ala: ))
Bir yazının, eserin, “şey”in –artık neyse o- anlaşılması güç yanlarını açıklama, ortaya çıkarma, aydınlatma için “yorum” kelimesini pek ala devreye sokabiliriz. Bir de bir olayı belli bir görüşe göre değerlendirme, açıklama işinde de yorumu kullanılabiliriz. Örneğin bu sayfada futbola dair olayları Adanasporluluk açsından, diğer konuları solculuk perspektifinden yorumluyorum. Gücüm yettiğince…
Nerden bakarsanız bakın yorum dediğimiz şey önünde sonunda öznellik doludur. Adanaspor konusundaki yorumlarımızın örtüşmemesi hep bu yüzdendir.
Durum tespiti ise nesnellik ve bilimsellik içerir. Var olan üzerinden gidilir. Önce durum tespiti sonra yorum yapılır. Farkında olsak da olmasak da biz olayları bu hiyerarşide konuşuruz zaten. “Kurumlar ve kişiler zaman zaman, yön bulmak, yön belirlemek, nereden başlayacağına karar verebilmek, hedef belirlemek, hedefe yönelik gelişimi izlemek için durum tespiti yaparlar.” Durumu görmeden tespit de olmaz değil mi? Dolayısıyla yorum da meçhule gider.
Evet, önce durumu görürüz, devamında nesnel koşullarda tespitini yaparız ve en son yorumlarız.
Örneğin; “Memleketi resmiyette Akp yönetiyor.” cümlesi bir durum tespitidir, “Akp memleketi kötü yönetiyor.” sözü ise yorumdur.
Lafı uzatmaya gerek yok!
Durum tespiti: Orta sahamıza çok konuşulan şu 2 transfer lig başladıktan sonra yapıldı.
Yorum: Yeni transferler de orta sahaya ciddi bir katkı koyamazlarsa şampiyonluk hayali yine başka bahara kalır!
Dilerim bu durum tespitinden çıkan koşullu yorumum da tarihin çöplüğünde yok olur: ))
Not: Örnek durum tespitine dair yorumumda ciddiyim.
Eyvah!
“Antep'in Şehitkamil İlçesi'nde bir araçta meydana gelen patlama sonucunda ilk belirlemelere göre 8 kişi hayatını kaybetti 64 kişi yaralandı.”
Nereden bakarsanız bakın bunun adı terör eylemidir.
Sivilleri hedef alan hiçbir eylem sadece sınıfsal mücadele veya hak arayışı ya da özgürlük savaşı olarak nitelenemez.
Lenin, şiddet elbette bizim düşüncelerimize yabancıdır, dediğinde bile bir devrim sürecindeydi ülkesi ve muhatabı çoğunda çarlık Rusya’sı ve onların uzantılarıydı, sivil halkın kendisi değildi.
Kınıyoruz. Başsağlığı ve yaralılara şifa diliyoruz.
Korku ve kaygı, bu tür eylemlerin sonucunun kitlesel bir cinnete dönüşebilecek olmasındandır; halkların da birbirine düşmesi…
Savaş değil barış…
Bu bir temenni değil, bu coğrafyada mecburiyettir.
Türkler, Kürtler, Araplar, Aleviler, Sünniler burada beraberce yaşamak zorundadır. Ötesinde herhangi bir şey sadece felakettir.
Kimin nasıl bir gücü varsa bunu iyi bir sonuca hizmeten kullanmalıdır.
Nefret söylemi ise ihtiyacımız olmayan tek şeydir!
Kombine
Sahi, ne oldu şu kombine meselemiz?
En son 49 adet satılmıştı. Yazıyla kırk dokuz!
Vah!
Bu ilgisizliğin sebebi ne olabilir?
Ekonomik kriz olabilir mi? Evet, en güçlü olasılık budur zaten. Ülkenin ekonomik haliyle ilgili kitaplar yazılıyor.
Buna bağlı olarak kombine biletler, en ucuzu Maraton için 150 TL olmak üzere, pahalı olabilir mi? Bunu söyleyene itiraz edemem ki! İnsanların cebindeki paranın muhasebecisi değilim ki, ne haddime?
Acaba ilk 2 hafta cezalı olmamız satışları düşürmüş müdür?
Mümkün.
Transferleri beğenmeyip bir protestoya girişmiş olabilir mi taraftarımız? Evet, bu düşünceye yakın da durulabilir.
Genel olarak takıma güvenmiyorlar mı acaba, nasıl olsa şampiyon olamaz, deyerek.
Yoksa o Ankara yenilgisinden sonra futboldan mı soğudu bizimkiler? Bu da olabilir dostlar.
Taraftarın kombine bilet alma alışkanlığı yok, mesele bu, denebilir mi? Neden olmasın!
Yahu, bu konuya kafayı bu kadar takmamalı, sen maçlara bak, binlerce taraftar geliyor mu gelmiyor mu, düşüncesiyle hareket eden olabilir, ben ilgilendirmese de böyle bir düşünce.
Ne çok gerekçe vardır bu noktada…
Lakin bir Adanasporluluk konusunda bunlar gerekçe filan olamaz değil mi? Her durumda bir yol bulunurdu o biletleri almak için.
Taraftarlığımız fazlaca tekil olabilir, kombine bilet almak gibi bir organizasyon içinde olmanın gerektirdiği örgütlülük henüz gelişmemiştir.
Bu yüzdendir ki daha çok yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur yazılır konuşulur…
Çünkü bunun için herhangi bir taraftarlık özverisine gerek yoktur!
Unutmamalı,
futbol imajlar oyunudur aynı zamanda. Bir güzel imajı sadece takım değil taraftar da oluşturur, aslında daha çok taraftar oluşturur. Şu kombine biletlere de böyle, yani bir imaj meselesi olarak bakmalı.
İlk Kutlama Tamam!
Ne güzel bir temmuz akşamında
Binlerce Adanasporlu ile Taş Köprü yanıyordu.
Temmuz buluşmasının ilki büyük bir başarı ile gerçekleşmiştir.
Ne mutlu Adanasporlulara!
2013 buluşması konserlerle olması dileğiyle ve Süper Lig’de!
Ne duruyoruz?
Vira ulan!
Fotoğraflar Foto-Yorum’da. Tıklayınız. İyi seyirler.
“Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar.
Diye devam eder tiyatronun tarihçesine dair bilgiler.”
Yani?
Şudur!
Okumak için lütfen tıklayınız şu bağlantıyı, Devlet Tiyatrosu ne demiş gelişmeler üzerine.
K.paşa, erciyes, tavşanlı, buca, konya, kartal, denizli... dört deplasman,üç iç saha maçı kaldı KAPLAN'IN ve köprünün altından daha çok suların geçeceği koca yedi hafta..
bu takım iç sahadaki tavşanlı maçıyla beraber 15 maçta altı galibiyet yedi beraberlik ve iki mağlubiyet alıp 19 gol atıp sadece on gol yemiştir..Elazığ maçında ise gerçek futbol kimliğini ortaya koymakla beraber tüm onuru, gururu ve müthiş hırslı mücadeleci yapısıyla ALKIŞI fazlasıyla haketmişti kalecisinden defans,orta saha ve forvetine kadar..
Samimi şekilde ligi çok sıkı takip eden birisi olarak söylüyorum sadece bu hafta bizi biraz kasımpaşa zorlar o da ciddi eksiklere rağmen gerek sakat gerekse kart cezası olan eksiklerimizden dolayı.
Kaldı ki zülküf koray berk rahman tuna kibong adnan talha okan burak mbilla onbiri sıkı bir onbirdir kenarda tolga onur akbay yaser yıldız ahmet bülent gibi kaleden orta sahaya defanstan forvete kadar maçta herhangi bir sakatlıkta yada eksiklikte maçtan kopmada oyuna girip sırıtmayacak ayaklardır bana göre..
tabii futbol sahada oynanır ama ben bu yedi takımın KAPLAN'DAN çok daha iyi futbol oynadığını düşünmüyorum yeter ki biz taraftar olarak kalan üç iç saha maçında elazığ maçından daha fazla dolduralım tribünleri ve desteğimizi eksik etmeyelim.
Emre Pürçek
YAŞASIN TİYATRO
Adana Devlet Tiyatrosu
Uluslararası Tiyatro Festivali’nin
14’ncüsüne
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde
Sahne diyor!
Festival 29 Nisan’a kadar sürecektir.
Tiyatroseverlere duyurulur!
Bakınız Adana Devlet Tiyatrosu bağlantısına…
Kore’den Afganistan’a
Hayırlı Olmak
Hani denir ya sözün bittiği yer diye. Başbakanımız da sever bu sözü, kullanır arada.
Sivas’ta zamanaşımı gerçekleşti. Kim şaşırdı ki?
Yasadır hukuktur adalettir vicdandır vs…
Hepsi bir yana, ama şu açıklama, Başbakanın aşağıdaki açıklaması; ne hazindir ki işte o kelimelerin durduğu yer, sözün bittiği bir yer olabilir. Ne bileyim? Ülke, bugün de muktedirin ülkesidir, ona benzemeyen yoktur, yok sayılır. Ölebilir de. Yasalar onu es geçer, ne gam kime dert? Sen ki ondan değilsin ya!
Alın bakın okuyun şu açıklamayı.
Bir katliamın bir şekilde aklanması acaba bir ülke ve millet için nasıl hayırlı olabilir?
Evet, böyledir muhteremlerin ileri demokrasisi…
**
Partisinin grup toplantısı ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sivas davasının zamanaşımından düşmesi ile ilgili soruya şöyle yanıt verdi:
"Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar... Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var..."
**
Gel de Korkma
Kimi unsurlarca bir acıdan, katliamdan, trajediden siyasi hareket geliştirip kin pompalamak! Anadolu topraklarının en son ihtiyacı olan; hayır, hiç ihtiyacı olmayan şeydir.
Seneler önce Hocalı’da yaşanan katliamdır. Hem de en canice olanından. Ve unutulmamalıdır, yeni katliamların olmaması için unutulmamalıdır. Fakat buradan yeni katliamların işaret fişeklerini atarcasına bir siyasi argüman geliştirmek ülkenin istikbali için korkutucudur.
Hele o katliamcılarla aynı fikri fotoğrafa girmek… nasıl bir çelişkidir.
Bu gidiş, kendine benzemeyeni hedefe koymak gibi bir büyük tehlikenin kapılarına bırakır bizi.
Aç midenin ulusu, milliyeti yoktur; canice zihniyetlerin de öyle… katil her yerde katildir.
Futboldan particiliğe, okulculuktan şehirciliğe hemen hemen her yerde lokal ayrışmalara birbirimizi maruz bıraktığımız bir halet-i ruhiyede, nerde ve ne zaman bir “yabancı” olacağımızı bilemeyiz zira!
İçimizdeki “trafik canavarına” engel olmalı! Misalen…
Bu Akşam Maçımız Var
Bugün yenersek kuvvetle muhtemel 31 puan ile 7. sıraya otururuz. 6. takım ile puan farkımız da 3 olur. Bir üsttekiyle 5 olur. İyi bir moral olur. Falan filan. Ama yenemezsek… Onu boş verelim şimdi.
Şimdi bakalım şöyle; sırasıyla Bolu, Akhisar, GBB, Sakarya, Göztepe, Elazığ, Kasımpaşa, Erciyes, Tavşanlı, Buca, Konya, Kartal ve Denizli ile karşılaşacağız. Kalan 13 karşılaşma…
Peki, bu 13 maçtan kaç puan çıkar veya çıkmalı ki iddiamız devam etsin en azından ilk 6 için? Cevap yok! Çünkü rakiplerin ne yapacağını bilemeyiz ki. Bakınız son iki haftadaki o Rizespor örneği! Veya bakınız Güngören! Adamlar son 6 haftada sadece bize kaybettiler galiba ya da buna yakın bir şey!
Nedir?
Evet,
Bu akşam maçımız var, bu ne güzel bir şeydir yahu!
1 Sezonluk mu seviyoruz lan bu takımı?
Vira!
Ne Yazacağımı Bilmiyorum
Tabi ne yapacağımı da bilmiyorum sevgili arkadaşlar.
Ne diyeyim?
Söyleyin, futbolumuzu şu hakemlerden nasıl kurtaralım?
Zira benim heyecanım bu manada bitti biter!
Bir Yazı
En Fazla Bağıran veya Futbolun Bezirgânları
Erman Toroğlu; çok konuşup hiçbir şey demeyen adam. Onca zamandır futbol aleminde ve yorumlar yapar, harcı âlem yorumlar, sokak ağzıyla konuşarak kamunun nabzını en kurnaz bir taktikle tutar. Kendi hesabınca iyi de tutar fakat bu nabzı tutmanın ahlaki boyutlarını varsın kendisi hesaplasın, dilerse ve vicdanı elverirse ya da yerse…
Fazlasıyla öznel, eyyamcı, sahte kabadayı, yalandan delikanlı, patavatsız dopra… Ne çok sıfatı olur böyle simaların. Keşke Cemal Süreya yaşasaydı da o portreler kitabında muhtereme de bir paragraf ayırsaydı. Bir paragraf yeterdi evet. Bakmayın siz burada lafı uzattığımıza, zamanımız çok…
16 Kasım 2011 tarihli yazısında yine inciler var bu futbol ve insanlık bilgesinden.
İşiniz memleket futbolu mudur, felaket tellallığı mıdır? Belli bir iradenin tetikçiliği midir, nedir be beyefendi? Hayır, beyefendinin önde gideni... Kendiniz bir ad koyun kendinize, harbi ve dobra bir biçimde, biz de öylece takip edelim onu… Ha beyefendi?
Siz de bir silkelenin ulan!
Not: Sahi o E.Toroğlu beyefendi örneğin son 5 ayda okuduğu 3 kitabı yazsa da bir bilgilensek muhteremin mecrasındaki derin bilgi birikimi ve kaynakları mevzusunda… Bunu istemeye hakkımız var değil mi? Şımarıklık mı yapıyoruz yoksa?
Hiçbir mücadele yoksul çocukların öldürülmesini haklı kılamaz. Ortada sadece cinayetler vardır şu son olaylarda. Özgürlük mücadelesi 21. yüzyılda aslında kendi gibi olanı öldürmekle yapılamaz. Yapan daha çok kana neden olur. Ne yazıktır ki ölenler de öldükleriyle kalır. Ülke huzur için tek adım yol alamaz. Yazık!
“Özgürlük mücadelesi” deyip bir terör örgütü olmaktan soyutlayamazlar kendilerini.
Ayrıca ortada ve tepededir eş sorumlular. Basiretsiz yönetimdir aynı zamanda bu katliamın ortağı. Ne yapar nasıl ederiz de daha çok kalırız diyenler de sorumludur.
Yine söylemeli, öldürülenler, bu memleketin yoksul gençleridir! Giden, en kutsal değer olan yaşama hakkıdır. İnsan hayatından daha kıymetli bir şey olamaz. Onca ömür gitmiş, çok daha fazla hayatlar da kahrolmuştur.
Tamam, yoksulluğa da razıyız ulan! Yeter ki bu gencecik insanlar ölmesin! Biz barış içinde ve huzurlu bir ülke istiyoruz. Bunun için çözüm üretemeyenler halkın adına ülke yönetmeye devam etmesin.
Ölen gençlere rahmet, ailelerine, yakınlarına, sevenlerine baş sağlığı diliyoruz.
Mesut ve Mutlu Olmanın Dayanılmaz Garabeti
Şimdi milli maç ve dolayısıyla Mesut’a değineceğim.
Kaybettiğimiz Almanya maçından sonra galiba soyunma odamıza gelip başarı da dilemiş son maçta. Olağan forma değiştirme işi vs.
Ama yine bilmiyorum acaba ortada gayri ahlaki diyemeyeceksem de gayri vicdani bir sahne yok mu sizce de? Sessizlik ve 1 dakikalık saygı duruşu o zaman!
Ortada içimize sindirdiğimiz bir sonuç varsa hiçbir sorun yok! UEFA açısından da bu esnada hiçbir beis görülmüyorsa yine eyvallah!
Milli Mesut futbolumuza, içerim bu akşam!
Aslında Siyasi Bir Yazıdır, Bir Fenerbahçe Yazısı Değildir
Fenerbahçe B.A.1.Ligde oynamak için başvurmuş. Bunu biz istemeyiz: )) zaten böyle bir işe de müsaade etmezler. Fenerbahçe’nin yapacağı en sağlam eylem liglerden çekilmektir! Ama koca bir takımı bu hallere düşüren muktedirler Fener’i kaderine razı olup süpere devam etmelerini sağlarlar. Fenerbahçe hisselerinin yoğun bir biçimde cemaatçilerin eline geçtiği de ayrı iddialardan olunca, bir büyük uyum ve akabinde dönüşüm de kaçınılmaz.
Cem, özetle şöyle dile getirmiş sahnedeki mizanseni:
“Operasyon başlatıldı, şike var dendi, durum vahim dendi, infazlar yapıldı, İHALELER konuşuldu, durumdan vaziyet çıkaranları izledik, Tff ben işi çözemem dedi yargıya pası attı... Son olarak dava SİYASİ dendi. Onlarda topu durdurdu şöyle bir kendi ekseni etrafında döndü pas verecek arkadaş aradı bulamayınca topu sürmeye devam etti... Bizler de top BAĞIMSIZ yargıda dedik beklemeye başladık... Buraya kadar her şey çok güzel...
Bundan sonra ne oldu?
1950’den itibaren olan oldu... “Dış güçler” ülkemizi yine ziyaret etti...
BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BAĞIMSIZ YARGISI hiçe sayıldı... Biz de her zaman ki gibi peki abi dedik...”
Şöyle çarpıcı bir not düşmüştü twitter’a, paylaşayım: “Eski Cumhuriyeti sembolik olarak temsil eden FB tasfiye edilmiştir. Aynı Eski Cumhuriyetin diğer kurumları gibi. Bu bir iktidar savaşıdır.” Tabi yeni Türkiye’nin yükselen değeri elbette Trabzonspor olacaktır bu minvalde, WikiLeaks belgelerine göre Trabzonspor’a örtülü ödenekten aktarılan paralar da söz konusu olunca…
Şu öneriyle bitirelim, Fenerbahçe’nin kendi siyasi partisini kurup mücadeleye oradan devam etmesinin tam zamanıdır!
Buna bir karşılık verildi Kandil üzerinden. Doğal bir süreçtir. Her eylem bir karşılık görür.
Bunu, işi silahla halletmek isteyen her iki tarafın unsurları da görmek zorunda…
Adı: Futbolda Maddi Problemler
Konu: Bazı Takımlar
Ana Fikir: Ekonomik Kriz Var Abi
Genç Yazarlarımızdan Halit Gürerkrizdeki takımlara dair küçük bir araştırma yapmış, bunu paylaşalım. Hayır, niyetimiz “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” değildir bir Adanaspor konusunda: ))
ALTAY
GENEL BORÇ TOPLAMI
14.628.710,02
NAKİT KASA TOPLAM
14.605,00
ÇEK KASA TOPLAMI
345.000,00
SENET KASA TOPLAMI
275.000,00
TOPLAM KASA MEVCUDU
634.605,00
GENEL TOPLAM
13.994.105,02
KONYASPOR
Konyaspor yönetiminin iş bilmezliği yüzünden Konyaspor büyük sıkıntıda. Yönetimden yapılan açıklamada takım otobüsüne benzin alacak paranın bulunmadığı ve kendi aralarında topladıkları parayla kampa gittiklerini bildirdiler. İnternet üzerinden yapılan yardım kampanyasında ise sadece 15 bin TL toplayarak hayal kırıklığı yaşadılar.
BUCASPOR
Bucaspor da maddi imkânsızlıklar içerisinde. Transfer edilen Ergun Cengiz in lisansı hala çıkarılamadı. Teknik direktörleri Sait Karafırtınalar son ana kadar Ergun’un takımda kalmasına çalışıyor.
SAKARYASPOR
Bilindiği gibi Sakaryaspor da borçlar yüzünden transfer yapamaz durumda. Şöyle bir not düşüyorlar: Sakaryaspor’un mevcut statü ve ekonomik şartlar gereği, gelecek sezon da transfer yapması mümkün gözükmezken, imdada A2 takımı yetişti. Sakaryaspor, A2 için profesyonelden futbolcu döndürebilecek. Üstelik her ne kadar kâğıt üzerinde 23 yaş sınırlaması konulsa da, katı uygulama yok.
KOCAELİSPOR
Onların da durumu pek vahim... Alıntı şöyle: “Bir zamanlar Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor gibi dört büyüklerin de korkulu rüyası olan, iki kez Türkiye Kupası'nı kazandığı gibi birçok sezon da ligde zirve mücadelesi veren Kocaelispor sessiz sedasız tarih oluyor. 100 milyon TL'yi bulan borçlarının altından kalkmak mümkün olmayınca, takımın tüm futbolcuları yine 2. Lig'de mücadele eden ve isim değişikliğine giden eski adıyla "Körfez Belediyespor", yeni adıyla "Kocaeli Futbol Kulübü’ne transfer edilerek aktarma yapıldı. Ancak UEFA'nın "Kocaeli" adına sıcak bakmadığı ve bu ismin yeniden değiştirilebileceği belirtildi.”
Hemen memlekete dönelim futbola kısa bir ara verip.
Geçenlerde B. Arınç Ümit Boyner’e bulaştı bu sefer. İnternet yasağı üzerinden, neymiş, bunlar gelirse porno serbest filan olurmuş. O yaştaki adamın düşündüğü şeye bakın hele; internet = porno. Sataşmayı üstelik Sayın Boyner’in ailesi, çocukları üzerinden yapıyor koca insan, koca politikacı, koca bakan, koca Akpli…
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Bey şöyle bir açıklama yapmış taze taze:
“Kitapçıklarda şifre olduğunu ne biz ne de Ali Demir biliyordu. (Bir kere bu cümlede anlatım bozukluğu var Sayın YÖK başkanım, yandaş bir dershaneye gidin isterseniz, ihtiyaç söz konusu. … “ne biz biliyorduk” diye bir yüklem lazım oraya çünkü bu cümlede iki farklı özne var: )) Bilseler şifreli kitabı basına verirler miydi? Şifrenin basında tartışıldığı günlerde bir akşamüzeri ÖSYM Yürütme Kurulu toplantıdaymış. Aradılar. Gittim. “Adana’da anlamadığımız bir durum var. Bin kitapçıkta cevaplar büyük şıkkın sağındaki çıkıyor” dediler. “Bu kadar canınızı sıkmayın. Kopya var mı yok mu ona bakın” dedim…
Adana burası üstat! Anlamak için yaşamak gerekir! Ve bizce canınızı biraz sıkın bre, bu kadar rahat olmayın, o has damar çatlamasın. İki milyona yakın insan o sınava girdi. Ve de istifa eden ayıp etmez!
Ve Gülben Ergen ile Mustafa Erdoğan fikir uyuşmazlığı nedeniyle boşanıyorlarmış. Sanırım referandumdan kalan bir mesele, Mustafa “Erdoğan” tarafı evetçiydi ya… Kız tarafı için iyi oldu bence, hayırlı olsun.
Ne olduydu?
En son Güngören’i yenmiştik deplasmanda 3–0 ile. Ondan önce Adana’da Orduspor’u 3–1 ile geçmiştik. Yani tam bir devredir, sanırım bu yarı sezona karşılık geliyor, evet o kadar zamandır Adana’da galip gelemiyoruz. Diyarbakır galibiyetini de saymazsak ki saymayalım, yine yarım sezondur maç kazanamıyoruz.
Böyle bir sahne tarihimizde birkaç kez yaşanmıştır ve hepsinde de takım küme düşmüştür.
Örneğin 80’li yıllardaki bir sezonda süper ligin ilk yarısını 4. tamamlayıp ikinci yarıda maç kazanamadan küme üştüğümüzü hatırlarım; üstelik Feyzullahlı, Kayhanlı, İsmailli, Ümitli bir kadroydu o, yok yoktu yani.
Ne olduk?
Nedir?
Sonuçlar yukarıda, mesele ortada.
Ve fakat bence, yaşadığımız her bir olumsuzluğa rağmen bence güzel bir lig oluyor, heyecan dolu. Her hafta iddia dolu… Ağlasam da sızlasam da bu sezon böyle, şampiyonluk yarışı bize kendi hatalarımızdan dolayı yüz vermedi, olsun neticede son haftaya kadar macera dolu maçlarımız olacak.
Ama macera, heyecan, şenlik tamam da, bari şu Güngören’i aradan çıkarsak bre, öyle baksak neşemize, bari…
Kötü durumdaysak ve hedeflerimizde tepe taklak olmuşsak, bence diyorum, Fevzi’nin yokluğunun büyük etkisi olmuştur. Trabzonsporluların kalecileri Onur için dedikleri gibi, ulan keşke ben sakatlansaydım da Adanaspor’um Fevzi’nin yokluğundan böyle etkilenmeyip şu kötü günleri yaşamasaydı.
_______________________
Fevzi’nin yokluğu bize çok pahalıya mal oldu, olmaya da devam ediyor. Mersin maçındaki sakatlığının faturasını hala ödüyoruz. Çünkü Fevzi orta saha ile forvet arasındaki ana damardı. o ana damar kopunca gol yollarında kaybolup gittik.
Fevzi’nin bizdeki yokluğu Barselona’da Xavi veya İniesta’nın yokluğu gibi bir şeydir.
Bağlıyorum.
Kötü durumdaysak ve hedeflerimizde tepe taklak olmuşsak, bence diyorum, Fevzi’nin yokluğunun büyük etkisi olmuştur. Trabzonsporluların kalecileri Onur için dedikleri gibi, ulan keşke ben sakatlansaydım da Adanaspor’um Fevzi’nin yokluğundan böyle etkilenmeyip şu kötü günleri yaşamasaydı.
Eksikler
Bu hafta Anıl ve Fevzi takımda yok. Anıl cezalı Fevzi sakat. Mersin maçında fena dönmüştü ayağı. Nedir? Fevzi, deyim yerindeyse, ölümüne dalmıştır topa. Sakatlanmayı göze alarak. Çünkü o sırada rakip sol tarafımızdan tehlikeli gelir olmuştur. Ama Fevzi hep böyle oynamaktadır. Baştan beri. Hep dediğimiz gibi, hiç kaçak dövüşmemiştir. Bir de ona kaptanlık verilse, bakın motivasyonu nasıl artar… üç nokta…
Fevzi ve Anıl…
Önemli oyuncular. Yoklukları hissedilir.Fakat, bu kadroda Anıl’ın da Fevzi’nin de yeri dolar. Bu hafta fazla kaygıya gerek yok bu manada. Ama Fevzi’nin sakatlığı dilerim uzun sürmez. Yeri, bir haftalığına dolsa da uzun vadede illa ki ihtiyaç duyulur.O değil, bu bahaneyle hiç oynamaması gereken, yine forma şansı bulup sağına soluna yük olacak. Bir derdim de bu…
Onur Demirtaş
Mersin maçında O.Özdemir hazır olmayan bir Onur’u oyuna alarak bu futbolcumuzu zor durumda bırakmıştır. Keşke öyle yapmasaydı. Tam bunun konuşurken Alper bir ayrıntıyı hatırlattı.
Geçen sezon Onur, neden çok kart gördüğünden bahsediyordu. “Genç futbolcularımızı ezmeye çalışıyorlardı, ben de buna ayrıca müdahale ediyordum, bu yüzden itirazcı ve hırçın görünüyordum.” çerçevesinde bir şeyler söylemişti. Tam değil ama aşağı yukarı böyleydi Onur’un dedikleri.
O zaman da konuşmuştuk bunu. Onurlu bir davranış olduğunu vurgulamıştık…Şimdi takıma bakıyorum da orada kokmaz bulaşmaz bir kaptan. Vah… Beri yanda bir Onur. Kendini değil, arkadaşlarını da düşünen ve icap ettiğinde onları koruyup kollayan bir ağabey…
Taraftar bunları bilir, görür, izler, değerlendirir, sever veya yok sayar ya da protesto eder.
Dilerim son çare olmaz koyu yazıp altını çizdiğimiz; beyefendi elini taşın altına koyar da…
Yeni Hafta
Neler olabilir ki bu yeni haftada?
Memlekette neler olur?
Gündüz Hoca
Ve Gölgesi Ağır Adam,
Ölüm, bir kuru bedeni alır götürür, büyük hatıralara ne yapabilir ki! O hatıra Adanaspor camiasında ilelebet muhafaza edilecektir!
Partizan Rektör
Celal Bayar Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli okuluna ziyarete gelen Bülent Arınç’ı protesto eden öğrencileri hizaya sokmak için Arınç gelmeden hemen önce olaya müdahale eder. Öğrencilerle tartışır. Enteresan diyaloglar gelişir.
Gençler cumhuriyeti koruyoruz der, rektör size mi kalmış der, biz koruz, ben korurum, diye ekler. Sonrasında rektörün TV’lerdeki açıklaması aşağı yukarı şöyleydi: Amacım öğrenciler zarar görmesin, ben bu yüzden inip müdahale etim, yoksa polis var özel korumalar var, odamda oturur talimat verirdim, bir de konuğumuz zarar görmesin… gibi sözler, ana hatlar böyle… Üniversitemde siyaset filan yaptırmam gibisinden diye ekliyor. İnsanları garip bir biçimde kategorize ediyor. Açıklamalar yaparken fikri alt yapısının haritasını çiziyor. Bir odacıyla bile görüşürüm diyor. Bakın “bile” diyor. Yine enteresan. Oysa bir odacıyla “bile”siz de görüşülürdü…
Neyse, rektör haklıdır gençler haksızdır diyelim. Rektör oraya gönderilmiştir ve konumunu korumak gibi bir derdi de var olabilir. Olağandır. Kuzu’nun “yumurtalanma” sürecinde yaşananlardan korkmuş olabilir, Kuzu’nun rektörü filan istifaya davet etmesinden falan… Buna da hay hay. Herkesin bir şeylerden korkma hakkı vardır.
Geçelim bunları, dert değil tasa değil mesele hiç değil. Olacak böyle atraksiyonlar hayatımızda, üniversitelerde, maçlarda; tartışılacak, fikir ayrılıkları, müdahaleler falan filan, olacak. Küseceğiz barışacağız, korkacağız...
Amma velakin yine TV’de CNN’de şöyle bir ifadeyi ağzından kaçırıyor. Diyor ki “ben herkesle konuştum bu bir aylık süre zarfında” (bir aydır o makamdaymış), sonra örnekleri sıralıyor derken, “belediye başkanıyla da görüştüm, başka bir partiden…”Evet, öyle diyor. Ben diyor, “başka bir partiden olan belediye başkanı ile görüştüm.” Kim diyor bunu, devletin rektörüyüm diyen Celal Bayar Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli diyor. Başka parti, yani Akp değil o başka parti.
Böyle! Devletin rektörüyüm diyor ama Akp dışındaki bir partinin belediye başkanına başka partiden diyor. Bu, en hazin fotoğraflardandır yine. Ki o hazin fotoğraflar artıyor da artıyor. Yukarıda dedim diyeceğim. Sancılar olacak. Kaçınılmazdır bu!
Ve fakat o son sahne olmayacak. Rektörün elbette bir fikri, hayata sanata spora kendi ömrüne bir bakışı olacak; ama o rektör bir partili olmayacak. Biliyorum, o tarafta hep biz yaparsak olur deniyor içten içe hatta açıktan açıktan, biz yaparsak olur. Ben de şöyle bitiririm yazıyı, “ yahu o zaman bu yaptığınız biraz ayıp olur.”
Neymiş?
Başka bir partiden olan belediye başkanıyla da görüşmüşmüş… Ne iyi…
Berhudar olduk be…
Osman Özdemir
Adanaspor Altay deplasmanında güzel oynadı bence. Deplasman takımı kimliğini doğru bir şekilde yansıttık sahaya. Önemli bir aksaklık yoktu futbolcularımızda. Doğru zamanda doğru hamlelerle defans pek pozisyon vermedi. Siz de izlediniz maçı, Altay tesadüfen bir iki pozisyon buldu, uzun toplarla gelmeye çalıştı, uzaktan da bir son dakika şutu…
Osman Özdemir ise yine sınıfta kalmıştır. Bakın, yukarıda saydığım olumlu işler kendiliğinden değilse de oyuncuların doğal haliyle gerçekleşmiştir.Zannederim ki teknik direktörünün hiçbir faydasını görmeyen tek takım Adanaspor’dur bu ligde.
Heyhat…
Onur hala sakat mı? Sorayım dedim bu arada kendime.
Orta saha “eh işte” formatında oynadı. Buna rağmen pozisyon zenginliği bizdeydi. Ahmet Dursun verdiği pasların bir tekini alamamıştır. 5. dakikada Talha’dan aldığı topla adeta kendi yaratmıştır pozisyonunu. Adeta değil, öyle oldu diye düzelti kafamdaki görüntünün tekrarı: ))
Rakip 3 oyuncu değiştirdi, son dakikalarda gelir gibi oldu. Bizimki uykuda. 86. dakikada mı nedir ilk değişiklik. Anlaşılan odur ki Osman Özdemir’in hayalinde bile yok galibiyet. Son saniyede de Okan girdi oyuna. Bu ağır sahada, o yorgunlukta korkudan oyuncu değiştiremiyor.
Niye? Oyuncuları tanımıyor ki! Futbolcusuna güvenmiyor ki! Kendine bile inanmıyor ki! Ne deyim ki!Hayır, Osman Özdemir gitsin demiyorum.
Türk futbol camiasının hocaları aşağı yukarı birbirinin muadili. Kolaycı, hazırcı, statükocu, korkak, bilgisiz, mesleklerinde bile yetersiz adamlar. Biraz farklı olan zaten bir şekilde kendini gösteriyor. Ötesi aynı yahninin ciğeri… Haddizatında rakı mezesi bile olmaz birçoğundan.
Kalsın, ama Osman Özdemir olarak değil "Adanaspor Teknik Direktörü Osman Özdemir" olarak devam etsin işine. Devam edebilsin. Oftaş’ta iyi işler yapmışmış. Bana ne! Oftaş’tan her şekilde on milyon kat üstün olan Adanaspor’da bir iş yapamadıktan sonra… Ne yani, Allah geçinden vesin ama mezar taşına “Oftaş’ı şampiyon yaptı, maçlardan sonra da centilmence konuştu” mu yazılacak.
Osman Özdemir’in Grup Yorum’dan “Cesaret, Cesaret Daha Fazla Cesaret” adlı şarkıyı dinlemesini öneririm devre arası boyunca. Mesleki gelişimine bir katkısı olabilir. Adanaspor tarihinin en sıradan santraforlarından idi, hocalığı da öyle olmasın… Temennisiyle…
Kim Suçlu?
Şu maç için bir şeyler yazmak gerekecek ne olursa.Ben başka bir şey diyeceğim. Maçı sktr edelim. Asıl sorun bir insan el birliğiyle nasıl yok edilir onu konuşalım biraz.
Tolgahan, sevgili Serkan Şenyürek’in de dediği gibi Karşıyaka maçından sonra değil aslında geçen sezon, örneğin Buca maçından sonra kayboldu. Değil, heder oldu. Tökezlemedi devrildi, çöktü, gitti, her neyse işte.
Ama hangi irade Tolgahan’ın ve Adanaspor’un bu noktaya gelmesine sebep oldu? İşaretler hocaları gösteriyor.
Onu kollayacağım derken o kalecinin yok oluşunun mimarı olmuşlardır.…basiretsiz, yüreksiz, niteliksiz hocalar… Onlar da bu hazin sahnenin baş aktörleridir.
Yahu bakın, Metin’i, Ahmet’i, Recep’i kesmek ne kadar doğalsa kaleciyi de kesmek o kadar doğaldır. Bunu neden böyle gurur yaptılar anlamıyorum. Anlayan beri gelsin.
Not: Taraftara akıl veren Osman hoca! Sen sınavı zaten geçemedin. Sen bu takımda bir korkaksın ki kötü bir kaleciyi yedeğe bile çekemedin, var olanın üzerine yatmaya çalıştın, takımı tanımadın, tahlil etmedin. Aslında düşmüş bir adama bir tekmeyi de böylece sen de vurdun.
Ama bak, Altay maçında Tolgahan’ı oynatmazsan, kesersen, o maçta da futbolcunun arkasında durmazsan o zaman harbiden boş adamsın. Madem çıktın bir yola, kovulana kadar devam et. Veya “böyle bir teknik direktör olmak artık gururuma dokunuyor” de ve çek git. Sen bilirsin.
Ama her halükarda bizim için bitiksin. Bunu da bil…
Ali Kaptan
YAŞASIN ADANASPOR
Yazmıyorum ulan,
Hiç kimse için
Hiçbir şey yazmıyorum…
Üç beş topçu bir kaleci beni Adanaspor'umdan edemez...
Ama yazmıyorum...
Bir temizlik olana kadar...
Ki olacak...
Eri©Cantona.
Bir futbol muhalifi...Yetmez, bir futbol hiddeti… Öfkesi kendinde güzel adam... Tribünlere uçan tekme... Bilir çünkü, herkes haddini bilecek, anlatır da öylece.
Prensip meselesidir anlatmak, nasıl anlatacağını kendin tayin etmek. Futbolu bıraktıktan sonra bir tiyatro grubu kurar. Ne güzel! Geçenlerde bir Fransız filminde izledim. Anlaşılanından: )) Mafyanın adamı, Babanın sağ kolu ve de Babanın sevgilisine âşık... Ama bunu demeyecek kadar da delikanlı. Filmdir evet, hep kurgu. Olsun. Ama filmin sonunda hayatta kalabilen tek adamdır: ))
Arada sağlam çıkışlar yapar, taşı gediğine koyar.
Derim ki, geçsin Chp’nin başına vallahi de billahi de onları tek başına iktidar yapar. Ne karizma bırakır RTE’de ne caka, ne hava. Alır âlemin paçasını aşağıya imaj muhabbetinde de. Adam üstelik çakma futbolcu da değildi padişah hazretleri gibi. Futbolcunun da hası idi… Rica edilse seve seve gelir, meselenin kendisi evrenseldir bir yanıyla, gelir bir omuz verir mücadeleye.
Geçenlerde ne pek manalı laf dediydi:
“Yüz binlerce insan gidip bankalardan parasını çeksin, kapitalizm çöksün” diye…
Cantona bu, adamın hayatla bir meselesi var. Güzel insan. Telaşlanıvermiş o tefeci bankacılar, karşı açıklamalar gelmiş. Ama eminim susmaları gereken yerde de susmuşlardır. Uçan tekme için biraz geçse de uçan bir sille pek ala mümkündür.
Nedir, bizim futbol diyarımızın da aslında böyle has adamlara ihtiyacı vardır; hükümetçi, ayak oyuncu, lobici, cemaatçi, eyyamcısına değil…
Hürmetler Mösyölerin hası Eric Cantona…
Biat Edenlerin Dayanılmaz Dramı
Şimdi şu sızıntılar ortaya düştü ya. Bazılar da ne diyeceğini bilemeden ortalığa düştü. Ayarları bozuldu, dengeleri, bıyıkları kesilmiş kediler gibi, kayboldu.
Zavallı haldeler. Vah!
Yalakalar ordusu Akp’yi, başbakanlarını, bakanlarını veya kalan kalın zevatı nasıl koruyup kollayacaklar şaşırmış durumdalar. Yok dedikodudur, yok yorumdur, yok komplo teorisidir, yok gayri ciddidir, yok ayıklanıp seçilmiştir… canım ayıkla ayıklama, orada yazılı mı değil mi gerçekler... ona bakalım...
mesele ayıklamak değil ki mevzumuz ayık olmak...
Yayımlayana, okuyana, düşünene lanet hakaret tehdit vs… dedim ya, zavallı bir hal...
Adamlar izlemişler, gözlemişler, tahlil etmişler ve vazife gereğidir ki rapor etmişler falan filan.
Ya... Siz insanları hangi kanıtlarla kovuşturup soruşturup içerilere atıp itibarlarıyla oynayıp… Şimdi bu sızıntılara fena halde tedbirli yaklaşıyorsunuz hacım, niye ki?
Efendim ABD sorumluymuş, mahkemeye verilsinmiş, özürler dilenmişmiş…
Hazretlerin keyfi pek kaçtı, ki kafaları da pek karıştı (mı). Yoksa o sonsuz ve kusursuz biatla eski tas eski hamam devam mı edecekler her zaman yaptıklarına. Aynı sazı çalıp aynı havalarda dolanmaya. Ben ne bileyim...
O zaman ben ne diyeyim?
Beter olun…
Birileri Bizimle Eğleniyor
· Sevgili Erkin
· “Tuncelili Mustafa” diye bir yazı yazmıştır.
· Şovence bir yazı değildir.
· Malum bir eleştiriye yönelik
Çatalan gündemli bir yazıdır…
· Bir Adanaspor davası yazısıdır.
· Bu yazıdan rahatsız olanlar vardır.
· Önemli bir not düşelim.
· Biz de bu yazının arkasındayız.
· Son kelimesine kadar…
· Bu yazının bir yanı da biziz!
· Erkin Doygun bu yazısıyla yalnız değildir!
· Kimsesiz değildir!
· Sahipsiz değildir! ·
· Hakan Tabakan
Hangisi Gerçek
Karşıyaka’yı deplasmanda elimizden kaçırdık ki ne kaçırma hem de… 2-0 öne geçtiğimiz maçı Tolga şovla berabere bitirdik… Yine de bu takımda ışık var dedik ve Denizli maçında tribünleri doldurduk… Öyle bir maç çıkardık ki Eyüp Arın korkmasaydı, Denizli’yi fark atarak yenebilirdik…
Yine önemli değil dedik; çünkü bu takımda hayat var dedik ve düştük Erciyes yollarına… Bugün sahada öyle bir Adanaspor vardı ki iler tutar yanı yoktu…
Tel tel dökülüyor, rakibe gel de gol at diye çağrı yapıyordu ki rakip atamayınca Metin dayanamadı ve kendisi attı golü kalemize… Maç sonu Eyüp Arın “ üzgünüz” demekle yetindi ve tüm suçu federasyona yükleyerek “ Pazartesi saat 14.00 de maç oynatmak nerede görülmüş” dedi…
Bu iniş çıkış içinde bize de “hangisi gerçek?” diye sormak kaldı… Evet hangisi gerçek, Denizli’ye sahayı dar eden Adanaspor mu, bugün 4-1 yenilen Adanaspor mu gerçek?..
Bunlardan hangisi kamera şakası… Bu noktada olaya birkaç açıdan bakmak gerekir… Futbolcu, hoca, ve taraftar açısından…Futbolcu, işini gücünü bırakacak, tribündeki taraftarla uğraşacak, onlar bizi etkiliyor, bizi desteklemiyorlar, bize söyledikleri bizi etkiliyor diyecek…
Kimse çıkıp da be güzel kardeşim, sen futbolculuğu seçerken tribünleri dolduran insanların neler söyleyeceğini hesap etmedin mi, tribündeki taraftar seni hep övmek zorunda mı, demeyecek… Üstüne üstlük futbolcuyu koruma adına tribünü bir avuç bırakacak kadar insanları dışlayacak…
Karşıyaka maçında 2-0 dan maç veren Tolga “Adana seninle gurur duyuyor” denerek tribünlere çağırılacak… Siz futbolcu olsanız, sorumluluk duyar mısınız… Ben kötü oynarsam, diye başlayan tedirgin cümleler kurar mısınız?Hoca, Denizli gibi bir takımı un ufak edecek futbol oynayan takıma yön veremeyecek, alınan beraberliği Adanaspor’un gücü olarak yansıtacak…
Bir hafta boyunca Adanaspor ve turuncu aşkından söz edecek ve 4-1 lik ağır yenilgiyi maç saatine bağlayacak… Biri de çıkıp be güzel kardeşim, senin 2.lg B grubundan haberin yok mu, adamlar çarşamba, perşembe saat 13.30 da oynuyor, sen hangi ülkede yaşıyorsun, demeyecek… Üstüne üstlük, Adanaspor’un medar-ı iftiharı olarak boy boy resimlerle demeçleri verilecek… Siz hoca olsanız, sorumluluk duyar mısınız, yenmek için ne yapabilirim, diye kendinizi yorar mısınız…
El sonuç; sevgili Adanaspor taraftarları, bugün alınan sonuca şaşırmayın ve kimseye kızmayın… Adanasporluluk adına, sizi puan ya da puanlardan eden futbolcularla gurur duyduğunuz sürece bu sonuçları hep göreceksiniz ve hatta haftaya yine Adana sizinle gurur duyuyor diye bağırın, bağırın ki Orduspor da dörtleyip gitsin Adana’dan… Çünkü bu oyunda hiçbir şey gerçek değil, sizin katıksız sevginiz dışında…
Fatin Murat SEFERBEYOĞLU
Acımız Dağlar Kadar…
Avucunu Yalarsın!
“Adana’nın Adanaspor’a İkinci Ayıbı”
Adanaspor'un Çatalan tesislerini bırakacak olması nedeniyle Adanaspor Düşünce Platformu'ndan açıklama geldi.. Platform Başkanı Doç.Dr. Ali Aydın Altunkan ve Basın Sözcüsü Avukat Erkin Doygun, Adanaspor'un tesislerinden ayrılacak olmasının Adana'nın ayıbı olduğunu dile getirdiler... Platform Başkanı Altunkan konuyla ilgili şunları söyledi:"Büyükşehir Belediyesi tarafından 4–5 trilyon harcanmış bir tesisin bırakılması noktasına gelinmiş olması aslında belediyenin bir ayıbıdır. Uzun zamandan bu yana ortalama 150.000 TL civarında olan Adanaspor için bir yük ama belediye için yük teşkil etmeyecek bu rakamın Sayın Başkan Bayram Akgül'ün sırtında olması zaten destek görmeyen Adanaspor için sonun başlangıcı olmuştur.. Gelecekte çok daha büyük amaçlara hizmet edecek bu tesisten ayrılmak Adanaspor için sorun teşkil ederken, tesisin geleceği açısından da ciddi sıkıntılar doğuracaktır.. Adana'nın bir değeri olarak inşa edilen bu tesisin kullanılamaz hale gelmesi Adana için bir ayıp, Adanaspor için ise bir kayıptır..
Yasalar çerçevesinde belediyelerin takımlara yardımları söz konusu değil kabul edilmesine karşın, tüm kent belediyelerinin futbol takımlarına yardımının olduğunu herkes bilmektedir. Şirket takımı söylemi de Adanaspor için asla geçerli olamaz. Büyükşehir Belediyesinin kentimizin diğer takımına tam kadro halinde yönetici olarak destek olmasını saygıyla karşılıyoruz ancak Adana’mızın bir markası olan Adanaspor'u desteksiz bırakılmasını anlayamıyoruz.." Platform Basın Sözcüsü Av. Erkin Doygun da, Adanaspor'un 2005 yılında kapanması sahnesinde ortaya çıkan tablo neyse bugün Adanaspor'un tesislerinde çıkma zorunda bırakılmasının da aynı tablo olduğunu söyledi.. Doygun konuşmasına şöyle devam etti:
"Bu tablonun tek sorumlusu nasıl ki 2005 yılında ki mülki idareler ise 2010 yılında da aynı kurumlardır. Bundan sonra da Adanaspor taraftarı bir Adanaspor seçmeni olarak hareket ederek bu ikinci ayıba karşı en güzel cevabı verecek güçtedir.. Bank Asya'daki diğer takımlar nasıl belediyelerden doğrudan ve dolaylı olarak destek almakta ise Adanaspor gibi Adana markasını temsil eden bir kulübün bu desteklerden mahrum bırakılmaması gerekmektedir. Nasıl ki belediyenin kökü Demirsporludur sözü sarfedilmişse, Adana'nın kökünün de Adanasporlu olduğu gerçeği yok sayılamaz.. Sonuç olarak şunu söylemek mümkün; mülki ve idari amirlerin gereken hassasiyeti göstereceğini ve Adana'nın bu ayıbının temizleneceğini düşünüyorum"
Sitem veya Kahır
Ve transfer dönemi bitti.
Bu dönemden hoşnut olmayan taraftarlarımız mutlaka vardır. Rakiplerin gerisinde kalmayan bir transfer yoğunluğunu ve niteliğini kim istemez. (Örneğin ne olursa olsun Karşıyaka'ya kaptırdığımız Bilal Kısa'nın bize gelmesini çok isterdim...) Herhalde Başkanın kendisi de isterdi dehşetli transferleri. En çok da Kemal Hoca istedi sanırım… ucu refaha varan şampiyonluk be...
Tabi Başkana sitem edenler de vardır, (artık haklı olarak diyorum, rakiplere ezilmek istemeyen o taraftar hissiyatıyla)... Neden daha sıkı-hazır oyuncular almadık diye bir sitem... Bence bunun cevabı “almadık” değil, “alamadık”tır!
Benim diyeceklerim şunlar:
I) Metehan’ın yaklaşımına katılıyorum, bakınız “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” başlıklı yazı.
II) Şu iki hafta herkes gibi beni de kaygılandırdı, ama rakiplerin de öyle aman aman bir performansları da yok. Örneğin önce Diyarbakır A2’yi 87 dakikada yenebilen ve Karşıyaka gibi hiç oturmamış bir takımı bariz defans hatalarıyla geçen Rize… ve Gaziantep’te 3-0’ı zar zor koruyan, önceki hafta da yeni bir takımı ancak yenebilen Denizli… Evinde Akhisar'ı geçemeyen, ama bitik Altay'ı hasbel kader geçen Samsun... Ee, lig bitti mi? Unutmayın, bu iş biz bitti demeden bitmiyor: ))
Bekleyeceğiz; eh, sonunda da ya sevineceğiz ya da "biz bu formayı sevdik" deyip Adanasporluluğumuzdan keyf alacağız...
III) Sitem ederiz, doğaldır. İnsanlar dostlarına, sevdiklerine sitem eder. Kelimenin içeriği buna müsaittir. Meseleye bir Adanasporluluk çerçevesiyle baktığım için de takıma, başkana, hocaya sitemi bu içerikte algılıyorum artık.
Lakin bizim veryansın edeceğimiz o belediyecilerdir. Demirspor’a yine yine akıtılan trilyonlar umurumda bile değil. Daha çok verilsin, hakikaten... Ama ya Adanaspor?
Biat Etmeyen Zayi Olacak
Bir aydan az bir zaman kaldı referanduma. Akpciler işi bir ölüm kalım meselesi haline dönüştürdüler, “kalım”da devamını getirecekler, ne diyor başbakan “asıl hesaplaşma 2012 Temmuzunda”. Yani buraya kadarı daha işin giriş bölümüydü. Siz bir evet çıkarsa, o zaman seyreyleyin gümbürtüyü.
İşsizlik tavan yapacak, yoksulluk toprak yedirtecek, yandaşlık daha çok ihya edecek, ülke bağnazlığa daha kuvvetle akacak, 80 yılın son maddi kazanımları da özelleştirmeyle tamamen elden çıkarılacak, yani babalar gibi özelleştirmenin son tangosu oynanacak, haddizatında taşeronluğun ağa abası olan bu hazretlerle taşeronluk alıp başını gidecek.
Büyük abiye daha da çok “emredin efem” denecek, zor durumlarda salya sümük ağlanacak, Çankaya’ya daha çok çıkılacak, çıkılmadık, alınmadık hiçbir kaya bırakılmayacak.
İçki gıyaben değil resmen yasaklanacak, bu insanların sosyal hayatlarına müdahale için yapılacak elbette kendi hayat-ülke anlayışlarını tamamen tesis etmek için… Ve bakın ondan sonra sigara serbestîsi olacak!
İşçi memur hakları hepten gidecek, sendikalaşma zaafa uğrayacak, Nazi tarzı parti tek hâkim olacak, özgürlük ve demokrasi maskesine hiç ihtiyaç duyulmayacak, bu arada “yetmez ama evet”çi safdilli tatlı su aydınları “lan ne oldu be”, diyerek küçük dillerini yutacak “oysa bunlar hani demokrasi peygamberiydi, n’aptım ben abi ya, ben gidiyorum Almanya’ya ( Bu arada Oral Çalışlar’a da iki lafımız olacak, sonraki yazıda)…” diye dövünüp zırlayacaklar lakin o esnada vakit biraz geçmiş olacak, her manada ayrışma bir kader değil, kaçınılmaz bir keder olacak, deyimin tam anlamıyla atı alan Üsküdar’ı geçecek.
Rte daha da pervasızlaşacak, Gül pek selim ve munis bir kıvamda tadından yenmez olacak, aveneler-aparatlar-garnitürler son derece küstahlaşacak, insanı çileden çıkaran bir çehreye bürünüp iktidar kucağında etrafa caka satacak.
Grevsiz toplu sözleşme olacak, onda da son söz iktidarcılarda olacak yani emekçi düşmanlarında, dolayısıyla sözleşmenin toplusu bir tür emek katliamına dönüşecek, eğitim-öğretim dibe vurmuşken dipsiz kuyulara düşecek çünkü kitlesel cehalet onların bin yıllık hükümranlık kaynağı ve teminatı olacak.
Akpden menfaatlenenlerin sayısı mümkün olduğunca artırılacak çünkü bilinir ki bunun tersinde orada Allah’ın bir tek kuluna rastlanmayacak, bu eylem en alt seviyede de dilencileştirmeyle devam edecek ve hatta nüfus kâğıtlarında bunu için de bir hane açılacak. O hanesi dolu olan, özellikle seçim zamanlarında gidip partiden erzakını çaresizliğin sarmalında ar damarını çatlatarak alacak, yoksa vatandaşını dilenci-köle yapan o sosyal devlet anlayışıyla başka türlü muhatap olunamayacak. Hakikatte iki koyunu “kendileri” güdemeyen o zevat, o beceriksizlik ve bilgisizlikle el attıkları her millet meselesini (Bakın kendi meselelerini demiyorum) batıracak amma lakin belagat ve yalan beyanatla, cemaat ve menfaat kifayetinde ki keyfiyetinde en karanlık sularda daha bir karanlığa yol alacak. Biat etmeyen zayi olacak… Lakin bu bezirgân düzenine bizim bir çift lafımız hep olacak.
Şöyle de bakabiliriz meseleye. Bu da aslında pek de orijinal bir bakış değildir, ben Akpcilerin işe nasıl bir samimiyetsizlikle yaklaştıklarına bir de bu cepheden değineceğim.Spor Toto’dur, iddaa’dır ve bunun olarca türevidir, Şans Topu’dur, Kazı Kazan’dır,10 Numara’dır, Süper Loto’dur, klasik piyango çekilişleridir (bir de bunlarda dağıtılan ikramiyenin iyice azaltılması söz konusudur ki bunu geçelim), at yarışları ve çeşitleridir (ve hemen hemen her gün yarış var ve bazen gece yarışları var) almış başını daha bir hızla yol almaktadır (unuttuğum varsa o oyundan özür dilerim).
Bakın, piyango idaresi oyun makinelerinin sayısını 10.000’e çıkarıyormuş, ikinci aşamada oyunları elektronik ortama taşıyacaklarmış, oyunları yaygınlaştırmak için cep telefonlarını devreye sokacaklarmış, (yahu bu adamlar sağlığa zararlı diye TV’lerdeki sigaralarla bile savaşıyorlar görüntüleri ucubeleştirerek, gürültüyle mücadele diyerek içkili mekânları derdest ediyorlar ama şurada yapılana bakın, bildiğiniz kumarı yaygınlaştırmak… neyse…), otomat tarzı oyun makineleri yaygınlaştırılacakmış, her yıl yeni bir oyun sistemi kurulacakmış, biletler sanal ortamdan alınabilecekmiş, tabi sözde sosyal yön nedeniyle kredi kartlarıyla oyun oynamayı engelleyeceklermiş ama bu da hikaye olur, sanal alışveriş nasıl olacak o da ayrı bir çelişki olarak oracıkta durmaktadır o zaman.
Söz konusu makinelerde 18 yaşındakiler ve üstündekiler oynayabilecekmiş ki bu işin bir başka “yalanı”, yalanı çünkü bunu idare ve takip edecek bir niyet asla olmayacaktır. Şimdi, vatandaşının refahını bu sahte umut kapılarıyla sağlamaya çalışan ve bu esnada milletin cebindeki üç kuruşu da çaresiz kalan insanların bir çare arayış macerasında cebellezi etmeyi sistemli programlı bir biçimde tasarlayan hükümet, başbakanı bize “millete hizmet yolunda başımızı koyduk.
Yoksulluktan kırılmış köyler, mahalleler, kasabalar, şehirler, buralarda yaşam mücadelesi veren insanlar, bu insanların bir başınalıkta sarıldıkları o oyunlar, ayrıca çeşitli izbe mahalle kahvehanelerinde, bozma kulüplerde dönen irili ufaklı kumarlar, tombalalar, yine buralarda son bir hamleyle o birkaç günü kurtarmak için faydasız hamlelerle ufalanan umutlar, kredi karlarının olağan kullanımlarının dışında orta çıkan kredi kartı tefeciliği, bankaların en zalim ve en resmi tefeciliği sarmalında perişan olan esnaf, memur, işçi, öğretmen… Adana deyimiyle “Allah’ı şaşmış” insanlar… Bakın yolsuzluklardan, eksenden, hükümetçilerin basiretsizlikleri nedeniyle sonu nereye varacağı meçhul açılımdan, herhangi bir kavganın bir tür iç savaş provasına dönüştüğü gerginliklerden bahsetmiyorum bile. Çok temel ve basit gündelik hayat hallerinden söz ediyorum sadece, hemen her gün hepimizin içinde olduğu sahnelerden.Şimdi bunlar bize her fırsatta bize memleket aşkından bahsediyorlar, bir evet’le hayatımızın hakiki bataklığının gül bahçesine dönüşeceğini ima ediyorlar en yaygaracı, ağzı kalabalık, yüzsüz, utanmaz yandaşlarıyla.
Forma numarasını 2 numara olarak açıkladı Emrah. Çünkü rahmetli ağabeyinin forma numarasını taşımak istiyordu kendisi. Böylelikle onun maneviyatının her an yanında olacağını hissediyordu. Bunları anlatırken de rahmetli ağabeyinin en büyük idealinin, "Emrah’ı çok daha başarılı olarak görmek" olduğunu anlatmaya çalışıyordu ama gözleri doluyor konuşamıyordu...
Söz sakatlığına geldiğinde biraz kırgın, biraz sitemkârdı... Sakatlıklarına inanmayanlara açıklık getiriyordu; "Kim ister ki sakatlığı, ben maç başına para kazanıyorum. Bu oynamadığım dönemde ekonomik olarak zor duruma düştüğümden dolayı bir evimi satmak zorunda kaldım.” Futbol tribündeki bizler için bir eğlence ama onlar için ekmek kapısı.
Futbola olan özlemine söz geliyordu... Uzak kaldığı 440 günü nasıl saydığını ve artık kramponları ile futbol topuyla uyuduğunu söylüyordu. Uzun lafın kısası; Emrah Bedir, yaşadığı bu talihsiz sakatlıklar nedeniyle futboldan ve Adanaspor'umuzdan uzak kalmak zorunda kalmasına rağmen o ilk günkü istek ve heyecanla yeni sezonu bekliyor olduğunu gözlerinden ve röportajı yaparken sesinin titremesinden anlayabiliyoruz.
Adanaspor'umuz gerçekten çok kaliteli genç bir kadroya sahip, bir de buna yeni transferlerimiz Efecan, Kemal, Sami ve Bülent Bölükbaşı'yla beraber gelecek yeni isimlerde eklenince gerçekten bu sene tribünlerde olmanın heyecanının çok daha artacağı görüşündeyim. Ve bence kesinlikle bu sezonun en iyi transferlerinden biri de şüphesiz ki Emrah Bedir’dir... Transfer diyorum çünkü Emrah gerçekten Adanaspor’umuza hizmet etmeye yeni başlayacak bir Efecan bir Sami ya da bir Kemal gibi…Yılmaz Özkıral
"Akşam olur mektuplar hasretlik söyler,
Zagreb radyosunda Lili Marlen türküsü..."
diye başlar Attila İlhan'ın şiiri.
2. Dünya Savaşı sırasında cephelerde silahları susturan tek güçtür bu şarkı.
Zagreb radyosu bu şarkıyı çalmaya başlayınca tüm cepheler silah bırakır, efkârlı sigaralar yakılır ve...
3 dakika da olsa insanlar dünyanın hala güzel bir yer olduğuna inanır...
Sonra şarkı biter,
silahlar başlar,
kim bilir binlerce insanın dinlediği son şarkı bu olur...
Silahları sonsuza dek susturacak bir şarkı yok belki hayatımızın gerçekliğinde,
ama bazı çözümler mutlaka bir yerlerde gözümüzün içine bakıyordur.
Sonuçta şu dünyada insanları bir araya getiren o kadar çok incelik var ki…
Bu şarkıyı Marlene Dietrich’ten dinlemek için tıklayınız.
Sorunçözerler Düşmanüzerler
Şimdi Mavi Marmara’nın hesabını soracaklarmış. Kurtlar Vadisi ekibi, Alemdar Polat’ın organizasyonunda İsrail’e haddini fena bildirecektir. Ne güzel olur. Yahu ne gerek vardı o kadar tantanaya? Değil mi? İktidar, muhalefet, iş adamları, yatırımlar, Avrupa, askeri işbirlikleri derken ortalığın bu kadar karışmasına lüzum mu vardı? Çekin kardeşim filmi. Vurun kırın. Alayını ağlatın İsrail askerlerinin. Hepsi altına işesin korkudan.
Yani çözüm gözümüzün önünde duruyor bre. Ama biz bunu göremeyecek, fark edemeyecek kadar körüz...
Bir Varmış Bir Yokmuş
Usta çırağa el verme zamanının geldiğini düşünür.
Son bir soruyla bu işi halledecektir.
Bir mum yakar ve sorar:
- Söyle bakalım bu ışık nereden gelmektedir?
Çırak düşünür, belki gülümser bilmiyorum.
Gider mumu parmakları arasında söndürür:
- Ustam, sen bu ışığın nereye gittiğini söyle ben de nereden geldiğini söyleyeyim.
Ustanın çırağa el verip vermediğini bilmiyoruz. Vermemişse ayıp etmiştir.
İşte bizim de şuracıkta demek istediğimiz, ne bileyim, ışığın nereden gelip nereye gittiğini aramaktır belki.
Cevaplara fazla takılmadan… Bulmayı da hayattaki tek gaye etmeden... Sırf aramayı severek, aramaya meftun olarak...
Ama pervane misali de olmadan.
Çünkü aşkmış, ölümmüş, elemmiş hepsi hayatımıza nüfuz etmiş şeylermiş.
Ve efendim bir varmış bir yokmuş...
Kader Meselesi ve Madenciler
Kömür Karası
16.05.2010/ Sabah… Elemeler için son yirmi dört saate girdik… Konya maçı için geri sayım başladı… Bizdeki heyecana, Süper Ligdeki şampiyonluk mücadelesi eklenince gergin bir pazar sabahına uyandım…
Öğleye kadar internette dolaştım… Adanaspor haberlerine baktım… Süper Lig heyecanı dinmek bilmedi… Gönlüm Bursaspor’dan yana… Anadolu ateşi bir yerlerde yanmalı artık… Dört takım arasında -1983–1984 sezonundan beri de Üç takım arasında- el değiştirip duran şampiyonluk yeni yüzler bulmalı, yeni renklerle kucaklaşmalı…
16.05.2010/ Akşam… Saatler geçmek bilmiyor… Belediye, Adanaspor taraftarı için 14 otobüs vermiş! Aman Beyler, buna lütuf, hangi dağda kurt öldü… Olası bir şampiyonluktan pay çıkarma sevdasında mısınız yoksa… Konya ve İzmir belediyeleri kentlerini İstanbul’a taşıdılar… Siz gaflet uykunuzdan yeni mi kalktınız! Yoksa kentin öz çocuğu(!) Demirspor’a yapacağınız büyük yardımların yerini mi yapıyorsunuz!
Adana takımları arasında ayrım yapmam diyen bir arkadaşım, Demirspor-Belediye Van maçına gitmişti… Maç dönüşü lafladık biraz… “Anlamıyorum” dedi, “tribünlerde doksan dakika Konya lehine tezahüratlar yapıldı ve Adanaspor’a küfredildi…” “Ateşi ve ihaneti gördük” dedim yalnızca…
Başımı gökyüzüne kaldırınca bulutların renginde gördüm turuncuyu… Bir ateşin başlangıcıydı sanki… Gece Anadolu ateşini yaktı Bursa… Bir devrim yaptı… O bulutlar vermişti haberi… Futbolda devrim ateşiydi yanan… Ve 17 Mayıs’ta Ali Sami Yen’de başlayacak devrimin rengindeydi bulutlar…
Her maçlarında bize küfretse de aynı kentin çocukları; gizliden gizliye başarımızı istemese de zat-ı ekâbirler(!) elemelerde çok şanslı görmeseler de yazar-çizer takımı bizi, rüzgâr bizden yana esmeye başlamıştır gayrı… Bursa’da başlayan Anadolu ateşi Adana’nın göklerini sarmıştır…
Vira o zaman!
Fatin Murat SEFERBEYOĞLU
İstanbul’a Gitmek
Bir sorun görünüyor İstanbul’a gitmeye dair. Şehrin yalnız takımı taraftarının çırpınışlarına pek karşılık göremiyor. Henüz hiçbir resmi veya sivil irade Adanaspor taraftarının İstanbul’a ulaşabilmesi için bir şey yapmış değil. Hep olduğu gibi Adanaspor yine kendi imkânlarıyla, kendi içindeki dinamiklerle bir şeyler yapacaksa yapacak.
Bu esnada Adanaspor İstanbul’da en az seyirciyle boy gösteren takım olma riskini taşımaktadır. Bu durumdan bir tahlil yayıp Adanasporluluk tutkusunu sorgulamaya çalışanlar olacaktır mutlaka. Boş işle uğraşmış olacaklar. Ülkenin durumu ortadayken, insanların geçim savaşı söz konusuyken, rakiplerin de ücretsiz otobüs peşinde olmaları somut bir gerçekken kimse Adanaspor taraftarlarının kendi imkânlarıyla İstanbullara gitmesini beklemesin. Zor iştir. Oralara Altay taraftarı da, Karşıyaka taraftarı da, Konya taraftarı da kendi başına gidemez. Bu, Türkiye’nin ekonomik gerçekleriyle örtüşmez.
Gelim işin bir diğer yanına… Adanaspor bu olumsuz durumdan kendine bir avantaj sağlayacaktır. Sezona baktığımızda Adanaspor’un deplasman karnesinin pek iyi olduğunu göreceksiniz. İstanbullarda “daha az” taraftarla mücadele edebilecek olan Adanaspor inanın bunu hanesine bir olumsuzluk olarak yansıtmayacaktır. Bu manada “Adanaspor taraftarının takımına bağlılığı şöyledir böyledir” diyen de yine at gözlükleriyle bakıp sadece kendi b.kunda oynamış olacaktır.
Adanaspor 3-1 KDÇ Karabük
Erkut Gürer
Sembol İsim
Biz bu akşam maçı alırız, Buca da puan kaybeder. Haftaya Orduspor deplasmanımız Buca’nın Rize deplasmanı kadar zor olmaz. Karabük maçına evimizde 2.sıradayken sahaya çıkarız, bir aksilik olmazsa Adana 5 Ocak stadyumunda çifte şampiyonluk yaşanır, geçen sezon Manisa-Diyarbakır örneğinde olduğu gibi.
Hiçbir hesabımız tutmadı dörtlü çarpışmadan hasarsız çıkarız. Yine mi olmadı, seneye uzak ara çıkarız birkaç takviyeyle. Laf uzuyor değil mi? : ))
Bunlar mesele değil, mesele kurumsallığı bina etmektir en alttan ta tepeye… Geleceğin Adanaspor’udur mesele…
Bu yüzden şöyle bir önerim var: Kemal Kılıç Hoca ile sezon bitmeden hatta şu Kartal maçında önce veya bu hafta içi mutlaka anlaşılsın, üstelik bir iki sezonluk da değil en az 10 yıllığına, ya da ilelebet anlaşılsın. Bezirgân antrenörlerin kol gezdiği şu futbol piyasasında adı Gündüz Hoca ile birlikte unutulmaz-sembol-ölümsüz olarak kaydolsun ki Kemal Hocanın bize kazandıracağı daha çok başarı gelecekte öylece bizi bekliyor.
Gelecek bugünden itibaren kurulur, unutmadan…
Not:İstanbuldaki Kartal Adanaspor maç fotoları için tıklayınız...
Anneye Mektup
Kızma anacım, neden arama; karşılıksız sevdim ben Adanaspor’u. Haklısın ekmek, su, para, iş vermiyor.
Kardeşlik, dostluk birlik ve beraberlik öğretiyor tribün bana.
Bir sürü kardeşim abilerim var benim orada. Hani diyorsun ya kavga çıkıyordur.
Ben de sana yalan söylüyorum anne! Evet, kavgalar çıkıyor abilerimiz tutuyor elimizden.
Ölümüne dövüşüyoruz biz anne.
Ölümüne seviyoruz çünkü. Biz farklıyız sokaktakilerden anne.
Polisler biber gazıyla saldırıyor bazen yine de inadına gidiyoruz biz maça anne.
Orada kardeşlerim var anne bırakamam ki onları.
Biz her gece rüyalarımızda beraber oluyoruz onlarla. Hayaller kuruyoruz.
Seviyoruz hepimiz turuncu beyaz olan her şeyi.
Ağlıyorum bazen anne. Yanlış anlayıp sinirlenme hemen mutluluktan ağlıyorum anne.
Bütün stadı turuncu beyaz görüp herkesin aynı anda aynı sevinci paylaşmasına ağlıyorum ben anne.
Bazen sana yalan söylüyorum maça giderken.
Sen o ana yüreğinle biliyorsun ya eve geldiğimde maça mı gittin yine, diyorsun.
Ses çıkartmıyorum işte o zaman anlıyor gülüyorsun ya bana.
Sesin mi kısıldı diyorsun ya anne.
Hiç umurumda olmuyor ertesi gün okula kısık sesle gidip yine de bağırmak geliyor içimden.
Pikniğe gidiyorum deyip de deplasmanlara gidiyorum ya anne.
Gerçeği bilsen kızar mısın bana. Hiç kızma merak etme karnım aç kalmıyor orda.
Çok eğleniyorum otobüslerde başlıyoruz bağırmaya. Deli değiliz biz anne.
Sevgimizi dışarıya yansıtıyoruz biz seviyoruz be anne!
Anlasana anne ben turuncu beyazı görünce kalbim çarpıyor.
Babam olsa onunla giderdim maçlara. . Babam gibi seviyorum Adanaspor’u anne.
Onun yokluğunu böyle gideriyorum belki de.
Stada babasıyla gelen küçük kız çocuklarını görünce gözlerim doluyor biliyor musun?
Ama mutlu oluyorum yine de anne benim gibi olmasınlar diye dua ediyorum.
Sakın ağlama annem kızın tribünde abilerinin kardeşlerinin yanında çok mutlu.
Bak yine maç günü yaklaşıyor. Heyecandan sabırsızlanıyorum.
Söz veriyorum anne Davamdan vazgeçmeyeceğim.
Hasan Nadir Nadirler
Fanatik Adanasporlulardan Hasan Nadir Nadirler’le görüştük Kartal maçı öncesi. Bu maçı kalan maçları ve sezonu genel olarak konuştuk. O hem bir Adanaspor hastası hem de satranç ustasıdır (Doktor Burak'ın deyişiyle Kasparov). Oğlu Demokan Nadirler de kendi yaş grubunun(10) bir satranç üstadı ve o da bir Adanaspor aşığı.
*Kartal maçında ben Fevzi’den çok şey bekliyorum. Emre de eğer sakat değilse bu maçta biriktirdiği gol borcunu ödeyecektir. Emre’den bir patlama umuyorum. Oğlumun forması da Emre’nin forması ve bunun için de ondan bir gol bekliyorum. Buca’nın da Mersin maçında olduğu gibi Antep maçında puan kaybedeceğini düşünüyorum. Bize kök söktüren Antep BB Buca’yı rahat bırakmayacaktır.
*Ordu’nun bugün Bolu’ya 4 atması bizim oradaki maçı çok etkilemeyecektir olumsuz anlamda. Saman alevi olan ve tutarsız bir takım. Kartal’ı yendiğimizde ve daha net bir iddiayla Ordu’ya gittiğimizde bir dezavantaj olamayacaktır bugünkü sonuç.
*Son üç maçta toplamda 9 puan alacağımıza inanıyorum ben. Buca da kaybedecektir. Bugüne kadar deplasmanda istediğini alan Adanaspor taraftarını bence mutlu etmiştir. Ben sezon başında ancak play off olur diyordum fakat Kemal hocayla ve üstün performansla şampiyonluk potasındayız ve play off bizi artık kesmiyor. Keşke Buca ve Giresun maçları da umduğumuz gibi olsaydı. Fakat bu takımı takdir etmek gerekiyor diyorum, bulunduğumuz yer her şeye rağmen bu ters koşullarda çok güzel. Bayram başkan tüm olumsuzluklara rağmen kıt kaynaklarla marjinal faydayı sağlamıştır.
Futbolda nihai bir başarı için önce maddi bir güç olmalı, ancak böyle tatmin edici bir sonuca ulaşılabilir. Son olarak Adanaspor taraftarının bir süper lig taraftarı olduğunu vurguluyorum ve onların bu bilinçle hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.
son söz, dedik, Hasan abi de son söz ne olabilir ki, dedi “Adana turuncudur ”dan başka…
Toros Kaplanlarımız, Bucaspor'un kendi saha ve seyircisi önünde Mersin'e yenilmesiyle Süper Lige direk çıkma adına tekrar ümitlendi. Her ne kadar ikincilik düşük bir ihtimal de olsa umudumuz sürüyor.
Kartalspor ise geçen hafta aldığı galibiyetle ligde kalmayı garantiledi ve sene başında koymuş oldukları hedef ulaşmış oldular. Kalan haftalar onlar için sadece prestij açısından önemli olacak.
Açıkçası çok da fazla yorum yazmaya gerek görmediğim bu karşılaşmayı Turuncu Beyazlı ekibimiz kazanacaktır. İşi buraya kadar getirmişken, şansımızı son maça kadar kovalayacağız! Tek istediğim golü erken bulmak; çünkü gol haberini aldıktan sonra Bucaspor bilinçsizce saldıracak ve Antep'in süratli oyuncularının ekmeğine yağ süreceklerdir !
Dolayısıyla bu hafta asıl üzerinde durulması gereken maç Buca-G.Antep Bş Bld.Spor maçı olacak... Bucaspor geçen hafta beklediğim gibi yenildi ve eline geçirdiği büyük bir avantajı değerlendiremedi. Bu hafta her ne kadar kazanacaklarına dair iddialı açıklamalar yapsalar da Antep ekibi kolay lokma değil ! Bildiğiniz gibi Antep takımı dış sahada Samsun'u, Konya'yı, Karşıyaka'yı, Rize'yi, Hacettepe'yi ve Giresun'u yendi; Karabük, Mersin, Bolu ve Dardanel'le berabere kaldı. Diyeceğim Buca kazansa bile açıkçası bu rahat bir biçimde olmayacak ! Özellikle Antep ekibi sağ tarafı iyi kullanırsa Buca'nın sol kanadını hallaç pamuğu gibi dağıtabilirler! Bununla birlikte ligin ilk yarısında Bucaspor forması giyen ve devre arasında olaylı bir biçimde ayrılan Kenan ve Ramazan'ın bu maçtaki performanslarını merakla bekliyorum. Bilenmiş şekilde de çıkabilirler, maça çok da fazla asılmayabilirler. Bilemeyiz .
Yazımın sonunda bu seneki Play Off sistemini anlatmak istiyorum; çünkü biliyorum ki çoğu kişi hala bu sistemin içeriğini tam olarak bilmiyor. Girişi şöyle başlatayım;
Hani diyoruz ya Kartalspor'u 1–0 yenelim, 3 puan olsun... Bu tür geyikleri geçelim bence... Bu maçta 1–0 olmasın... FARK olsun... Bence atabildiğimiz kadar atalım... Neden diyeceksiniz, hemen söyleyeyim...
Diyelim ki Play Off'a kaldık... Play Off'lar bu sene lig usulü olacak.. Play Off'ta 3 maç oynandı ve örneğin sıralamada Adanaspor ve Konya eşit puanda bitirdi... Şimdi lige kim çıkacak? İki takımın ligde yaptığı karşılaşmalara bakılır... Ligde sonuçlar ne oldu? İki maç da 0–0 bitti... Yine eşitlik söz konusu... Dolayısıyla 34 hafta sonunda ligde kimin gol averajı daha iyiyse lige o takım çıkacak... Şu an bizim averaj 8, Konya'nın ise 7... Kısacası " AVERAJ " bile lige hangi takımın çıkacağını belirleyebilir... Dolayısıyla Konya'nın maçları bile bizi ilgilendiriyor.
Altay ve Karşıyaka'ya göre ikili averajımız iyi... Play Off'a kalsak dahi böyle bir avantajımız söz konusu... Ama inşallah bu şekilde hesap kitap yapmadan ligi ikinci olarak bitirir, süper lige çıkarız...
İsmail Eğriparmak
Yakala Yakalayabilirsen (CATCH ME, IF YOU CAN)
Herkesin ‘Dahi’ olarak kabul ettiği ünlü yönetmen Steven Spielberg’ün yönettiği bu film, çoğu sinema eleştirmenleri tarafından Spielberg’e yakıştırılamamıştır. Hani zaman geçsin diye bir şeyler yapmak istersiniz ya, işte o anlarda seyredilebilecek keyifli bir filmdir. Başrollerinde Leonordo Di Caprio ve Tom Hanks olmasa sıradanlaşacak olan film, gerçek bir öyküden alınmış olması ile de dikkatleri çekmiştir.
Filmde Leonardo Di Caprio’nun canlandırdığı ana karakterlerden Frank Abagnale, 16-21 yaşları arasında gerçekleştirdiği sayısız kalpazanlık ve sahte kimliğe bürünme suçlarından dolayı FBI’ın en çok arananlar listesine girer. Doktorluktan, pilotluğa kadar çok sayıda kimliğe bürünerek insanları kandıran Frank Abagnale’i ,Tom Hanks’in canlandırdığı FBI ajanı Carl Hanratty yakalamak için uğraşır durur. Akla hayale gelmeyecek yöntemlerle her seferinde ajan Carl’ın elinden kaçan Frank sonunda yakayı ele verir ve FBI adına çalışmaya başlar ve tüm dolandırıcıları anında yakalamayı başarır.
Bire bir örtüşmese de Adanaspor ile Bucaspor arasındaki kaçma, kovalama işi bu filmi hatırlattı bana. Ligin 2. haftasından beri Adanaspor Bucaspor’u kovalamakta ve her seferinde Buca bir yolunu bulup kaçmakta. Bucaspor elbette, dolandırıcılık ve sahtekârlıkla bunu yapmıyor ama zaman zaman şansının yardımı ile zaman zaman iyi oyunu ile hep kaçtı durdu. 24. haftada Bucaspor’u yakalayacak duruma gelen Adanaspor’umuz kendi sahasında 3–0 gibi beklenmedik bir yenilgi ile yine elinden kaçırdı rakibini.
Son 3 haftaya girdiğimiz BankAsya Birinci lig 2009–2010 sezonunda, Karabükspor’un Süperlig’e çıkmasının garantilenmesinin ardından, şimdi tüm gözler Adanaspor Bucaspor çekişmesinde. Adanaspor FBI ajanı Carl gibi Bucaspor’u yakalayacak mı? Yoksa Bucaspor dolandırıcı Fank’ın bile yapamadığını yapıp yakalanmadan bu ligi bitirecek mi? Cevabı 270 dakika sonra. Kim bilir belki daha da önce. Bizlere düşen takımı son dakikaya kadar desteklemek ve Buca’nın takılmasını beklemek.
Son Söz 'Kaçan mutlaka yakalanır'
Mahir Alev
Çıkmaz Sokaklardan Bir Yol Bulunca
Tribün Komedisi
Bir Tek Bilet
Bucaspor Teknik Direktörü Özcan Kızıltan, Mersin yenilgisinden sonra: “Bu yenilgi, yalnızca işimizi geciktirdi… Süper lige en yakın ikinci takım biziz… İpler hala bizim elimizde, biz kendi “oyunumuzla” süper lige çıkacağız” demiş…
Tam da bizim dediğimize gelmişsin hocam, siz oyunu futbolun kuralları içinde oynayın, başka bir şey istemiyoruz… Ama o oyun sözcüğü mecaz bir anlam taşıyorsa -ki geçmişteki maçlarınız bize hep bir şeyler düşündürdü- işte o zaman size Adana’nın bir deyimi ile yanıt veririz: “şeytan eşer; döner kendi düşer!”
Verilmeyen penaltının ardından bizden aldığınız galibiyeti mi, yoksa Karşıyaka’nın elinden “Allah’ın yardımı ile” son dakikada kurtulduğunuzu mu söyleyelim… Ordu, Hacettepe maçlarındaki hakem hatalarını mı(!) anlatalım…
En iyisi biz eski defterleri açmayalım…
En iyisi biz, “futbol sahada oynanır” düşüncesine inanmaya devam edelim….
En iyisi biz, ipler Buca futbol takımının elinde diye düşünelim…
En iyisi biz, Özcan Kızıltan’ın bu sözlerini, “bir yerlere” iletilen mesaj olarak algılamayalım…
Fatin Murat SEFERBEYOĞLU
Sigarapasifist
Gökmen Demirkaya
Cumartesi
Neden-Sonuç ilişkisi
Kuşkulanıyorum bazen Fatin Murat beni tahrik etmek için böyle yazıyor diye.
Hiçbir olay neden sonuç ilişkisi olmaksızın gelişemez. Bu durum bırakın futbolun hayatımızın temel olay örgüsünü oluşturur. Olmazsa olmazdır.
Statlar, futbol sahaları şeklen arenaları hatırlatır. Söz konusu “seyir” ise iki durum vardır zaten: ya stat-arena bakışı ya da tiyatro-sinema bakışı (bunlardan birini tercih edelim demiyorum). Birincisi geniş bir olanda olup biteni görmek içindir. Olması gereken de odur. Diğeri daha dar bir mekâna ihtiyaç duyar. Birincisinde seyirci çığlık figan olaya da müdahale eder ve süreci etkiler. İkincisi, oyunun kurgusu izin verirse ancak gelişmeye etki eder. Birincisi sahadakini köleleştirirken ikincisi sahnedekini tanrılaştırır. Aşağı yukarı durum böyledir. Arenadan stadyumlara geçişin sancıları hala tribünlerde duruyor.
Bizim isyan ettiğimiz de budur. Futbolcuyu, sonu ölüm olan süreçte savaşan bir gladyatör gibi görüp her türlü hakarete ve en zalim eleştirilere de layık görmek en azından benim futbola bakışımda yok. Ne tanrı ne köle, bir işin hem de zor bir işin başındaki insan…
Ama arena tipi seyirci kalkıyor, gladyatör futbolcuya sayıştırıyor; eh, nasıl olsa o köle gladyatör birazdan ölecek ya, o noktada haysiyete de gerek yoktur… Ruhunun en ezik yanını tatmin ediyor, sonra olasılıkla çocuğuna bile laf geçiremediği evine gidiyor, oturuyor, dizileri izliyor. Ne bileyim Ezel’deki laflara bayılıyor, dışından Behlül’e lanet okuyor, içinden Behlül olmak istiyor. Neyse, beni aşan sosyolojik vakalar bunlar. Durumu uzmanları tartışsın artık. Ama ben tüm tribünlerde görülebilen o “çakma seyirci” tipini eleştiriyorum yoksa en derin acıları sessiz sedasız yaşayan gerçek taraftara laf etmek haddime düşmez.
Sonuçta, evet Fatin, puan kayıplarımızda hakemlerin büyük hataları olmuştur. Bunu dile getirmek mazeret üretmek değildir. Örneğin Buca maçının ilk dakikalarındaki penaltı çalınsaydı şimdi başka şeyler konuşuyor oluyorduk. Evet, o seyircinin bu Adanaspor’a hiçbir katkısı yoktur. Dolayısıyla bu takımı eleştirmeye de hakları yoktur. Tribünün maç çevirdiğini biliyoruz, var mı böyle bir örneğimiz bu sezon? Bu Adanaspor tarihinin en inanmış, en mücadeleci, en genç ve tüm bu olgular içinde en iddialı Adanaspor’larından biridir, başta gelenlerindendir hatta.
Futbol, 90 dakikalık bir olay örgüsünde tüm haftayı hatta tüm sezonu da içerecek bir şekilde neden sonuç ilişkilerini geliştirir. Hiçbir şey biz böyle istiyoruz diye gelişmez veya değişmez. Hesaba katmamız gereken o kadar çok etken vardır ki, en azından karşında senin gibi düşünme ihtimali yüksek olan bir takım vardır ve onlar da on bir kişidir, kazanmak istiyordur. Tamam, “Castro Vuruşu” yapacağız yapacağız da tam o esnada ya hakem sarılıyor elimize kolumuza, tempomuzu düşürüyor ya da bizdendir zannettiğimiz kişiler, gardı ha düştü ha düşecek rakibe çalışıyor.
Kuzey-Güney Savaşı
Bugün sizleri bir tarih yolculuğuna çıkaracağım. Sizlere çok uzun bir zaman önce yaşanmış bir savaşı anlatacağım. Tabi bu konudan da günümüze ve Adanaspor’a bir bağlantı kurmayı da unutmayacağım. Yoksa kızıyorsunuz.
Amerika’nın güney bölgelerinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu ve tarıma dayanan bir ekonomi bulunmaktaydı ve gereken iş gücü Afrika’dan kaçırılıp getirilen siyahi köleler ile karşılanmaktaydı. Amerika’nın kuzey bölgelerinde ise ekonomi sanayiye yönelmiş ve kölelik ortadan kalkmıştı. Bu ortamda güney eyaletleri köleliğin eninde sonunda güneyde de yasaklanacağından endişelenmekteydiler. Bu da güneyin yaşam tarzını kökünden tehdit ediyordu. Köleliği kaldırmaya söz vererek seçime katılan başkan adayı Abraham Lincoln seçimi kazanınca güneyli 7 eyalet yeni başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözüyle bakarak Amerika’dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu eyaletler Jefferson Davis’in başkanlığı altında Amerika Konfederasyon Devletleri adı altında yeni bir devlet kurdular.
Kısa bir süre sonra, Kuzey Eyaletleri ile Güney Eyaletleri arasında savaş patlak verdi. İlk yıllar her iki taraf da birbirlerine üstünlük sağlayamadı. Daha sonra İç Savaş Kuzey’in galibiyeti ile sona erdi. Savaşın bitiminde güneydeki bütün kölelere özgürlük hakları verildi. Kısa bir süre sonra da köleler oy kullanma hakkını kazandılar. Amerika’nın güneyinde köleliğe dayanan tarım ekonomisi sona erdi. Amerika bölünme tehlikesinin üstünden gelerek tekrar tek bir ülke olarak birleşmiş oldu.
Son 15 gündür dengelerde gel-gitler, medcezirler yaşanmaya başlandı. Kuzeyde yer alanlar bu hafta ile birlikte Güney Kale arkasına geçmeye karar verdiler. Bununla birlikte, Güney Kale arkasında bulunan guruptan bir bölümde bundan sonra Kuzey Kale arkasında yer alacaklarını açıkladılar. Anlayacağınız Amerikan İç Savaşı olan Kuzey-Güney Savaşı bir çeşidi ile Adana’da yaşanmaya başlandı.
Rakip Takımı Alkışlama Fantezisine Dair
Fatin Murat beni yazma konusunda tahrik ediyor: )
Bir Tür Kurtuluş Savaşı
Bu konuda ben de bir şeyler demek istiyorum. Bu sıralar önemli olan şampiyonluk değil, tribünde en has Adanasporluluğu sağlayabilmektir.
Bunun için gereken cephe savaşı değildir. Cephe içi savaştır, namlusunu takımına, dolayısıyla tribündeki arkadaşına çeviren ve aslında ne yaptığını bilmeyen bir kısım Adanasporlu ile yapılacak cephe içi savaştır bize lazım olan. İcap ederse onlarla tribünde göğüs göğse savaşmaktır, takımını şartsız şurtsuz seven gerçek Adanasporlularla omuz omuza vererek…
Bu durumda Ulusalcı Adanasporluluk yetmeyebilir, buna devrimci Adasporluluğu da eklemek lazım. Bir tribün devrimi yapıp Adanaspor’un tribün geleceğini güvence altına alacak bir hareket… kaçınılmaz bir şey olmuştur bu…
Bir de takıma sövüp rakibi alkışlayanlara bir önerim var, bakın orada rakip tribün diye bir şey var, gidin oraya istediğiniz gibi sövün Adanaspor’umuza, istediğiniz gibi alkışlayın rakipleri, biz de net olarak görelim kimlerle boğuşacağımızı…
İyi gün dostları, çekin ayağınızı tribünlerimizden…
Ali Kaptan
En Genç Takım
Sevgili Serkan Şenyürek takımın yaş ortalamasını vermiş: 22… Biliyorum, bu durum her Adanasporlunun gurur duyduğu, öte taraflarda gıpta edilen bir kazançtır ve tabi ki avantajdır da.
Şampiyonluktan sonra süper ligde de mücadele edecek iskelet duruyor bu Adanaspor’da. Başlarında Kemal hoca da olmak kaydıyla… Bir A. Ferguson modeli… Abartım mı? Göreceğiz bunu deyip bu sözlerin devamını sonraya bırakayım: ))
Takımda iki eksik varmış Giresun maçında. Ne gam? Bu takımda o formayı giyecek herkes hakkını verecektir. Zerre kuşkum yok. Makine kurulmuştur ve İzzet’in yerine Koray pek ala oynayacaktır, Mbilla’nın yerinde Sinan etkili işler yapacaktır. Hep üzerine koyarak gidiyoruz çünkü.
Bunun en güzel örneği Onur Demirtaş’tır. Bunları vicdanımı rahatlamak için yazacağım; Onur bu sayfalarda ve Adanasporlu sitelerde, formlarda çok eleştirildi. Belki o sıralar hak ediyordu o eleştirileri, ayrı bir şey bu…
İnsan üzülmeden de edemiyor bu arada keşke Onur bu formunu başta yakalasaydı, fazladan 3-5 puanımız olurdu, diye… Evet, şimdi Onur Demirtaş yoksa sahada, keyfim kaçıyor; itiraf ediyorum, eskiden kart görsün diye dua ederdim şimdi kart görür diye korkuyorum. Bu gelişmenin birinci ayağı Onur’un kendisidir ve öteki ayağı Kemal hocadır diğer ayağı ise Adanaspor’un kendisidir, futbolcuların içinde bulunduğu ortamdır, koşullardır…
Giresun korktuğum rakipti önceki haftalarda, şimdi o kadar kaygılı değilim. Biz “iş kazası hakkını” Buca maçında kullandık ve bitti: )) Giresun’u son haftalardaki futbolumuzla muhakkak yeneceğiz, yeter ki pozisyonların Onda ikisini değerlendirelim. Güzel gelişmelerin biri de bu, çok pozisyon buluyoruz, ah bir de son vuruşlar olsa…
Gelelim başlığa: En Genç takım… Adanaspor tarihinin en genç takımıdır olasılıkla. Belki liglerin de en genç takımıdır. Başka genç takımlardan bahsediliyor, Çanakkale gibi… Olabilir… o zaman toparlayalım başlığı “üstelik şampiyonluğa oynayan en genç takım” diyelim…
10 Hocaya Karşı 1 Hoca
Sevgili Erkin köşesinde “Bayramizm” tanımı yapmış. İçine Adanalılık ve misafirperverlik unsurlarını eklemiş. Sonuna kadar katılıyorum. Doğrudur. İmzamı atarım... Bu noktada sonuna kadar başkanımızın yanındayız.
Fakat bu işin eksik bir yanı var. O yan önemli bir yandır. O noktada yan yan gitmek olmaz. Herkese mavi boncuk dağıtmak hiç olmaz. Meseleye cepheden yaklaşma şarttır. Savaşsa savaş… Yoksa bu kirli futbol o temiz yaklaşımları yerle bir eder.
Buca yönetimi hafta boyunca hakem konusunda bir psikolojik savaş verip bundan da bir sonuç alırken, takımın en tepesindeki insan hazin bir yenilgiden sonra protokolde bir “centilmenlik” önerirken(ki doğu bir iştir, evet) dönüp takımının da hakkını savunmak zorundadır. Büyük harflerle ZORUNDADIR diyorum. Tribündeki 15 - 20 bin, dışarıdaki evindeki on binlerce taraftar için değil, onca emek verdiği uğruna maddi manevi yönden yıprandığı bu takım için, kendi için yapmak zorundadır.
Sahada kendini paralayan Anıl için, İzzet için, Ersan için, Recep için, Tolgahan için, Fevzi için, Onur için, Okan için, Rahman için, Mbilla için, Emre için, tüm oyuncular için, Kemal Hoca için, yöneticiler için, masör için… Maçtan sonra o tertemiz emeği çalan hakeme dair de bir şeyler söylemeliydi. Yoksa biz ne yenilgileri hazmetmiş bir kulübüz. Bizim hazmedemediğimiz karşımıza çıkan rakip yöneticilerin, “rakip hakemlerin” entrikacı halleridir. Hazmedemediğimiz şey, bu durumların hazmedilmesidir. Yoksa Buca bizi yenmişmiş, protokolde adamlara ayıp olmuşmuş… Mesele değil.
Ama şu da var, Başkanımız çıkar, “Buca yöneticileri maç sürecinde doğru işler yapmıştır, hakem tertemiz bir maç yönetmiştir, bu yenilgiyi hazmetmemiz lazım” der. Ben de o zaman eyvallah der işimi kendi bakış açımla yapmaya devam ederim…
Önemli Not: Bu satırlardan Bayram başkanımıza bir tavrım olduğu çıkarılmasın. Hem sevgim hem de saygım nettir. Sevgiler…
Korku Salıyorlar
[Sağlık Bakanlığı’nın Öteki Tiyatro’ya, Oğuz Atay’ın, “Korkuyu Beklerken” adlı oyununda, başrol oyuncusunun “sahnede sigara içtiği” gerekçesiyle uyarı cezası vermesi tiyatrocuların tepkisine neden oldu. Tiyatrocular, başta Devlet tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin olmak üzere uygulamayı saçma ve abartılı buldular.]
Efendim, bu ne ince bir mizahtır; gıpta ettim onlara, hayır kıskandım Akp meşrepli o bir alay demokrasi havarisi görünümlü hakikatte yasakçı zihniyetli sigara polislerini… Ne güzel bir espri anlayışıdır. Aslında bu olayın kendisi bir oyun haline dönüştürülüp sahnelenmelidir.
Önce Müjdat Gezen’den alıntı bir öneriyle başlayayım. Şöyle diyor; sahnede içki içiliyorsa içki ruhsatı da istesinler. Mantıklı. Devam ediyorum o zaman harcı alem önerilerime: Üstelik böylece gelir de elde ederler, ümüğünü sıktıkları millerin bu manada da iflahını keserler. Bu ruhsatın bedeli ve dolayısıyla vergisi bir maliyet oluşturacağından tiyatrocular açısından hükümetçileri sevindirecek birtakım sorunlar/sonuçlar da ortaya çıkacaktır, örneğin bu maliyet bilet fiyatlarına yansıtılacaktır, böylece insanların ayağı öyle şer ortamlarından da çekilecektir.
Mesela Haldun Taner’i “Keşanlı Ali Destanı” oynanıyordur, ani bir polis baskınıyla Keşanlı Ali oyuncusu halkı mülkiyete ve hükümet erkine karşı kışkırtmaktan, örgütlemekten dolayı tutuklanabilir. Sinekli halkı bir başka semte veya şehre sürülebilir, o mahalle de hükümetin acar yatırımcılarından birine, evlatlara filan ihalesiz mihalesiz verilebilir.
Belki Dario Fo’nun “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” oynanıyor, işi uzatmadan tüm salon seyircisi ve oyucusu, ekibiyle derdest edilebilir, hükümetin polisini işkence vs ile itham etmekten ve hatta bina Sivas usulü komple yakılabilir de… Bu arda yakanların zarar görmemiş olmasına şükredilebilir, bu cümle için Tansu Çiller konuşturulabilir.
Sonra Hamlet’teki 1. Mezarcı’yı oynayan oyuncu, dünya malının dünyada kalacağını da ima eden repliklerinden yola çıkılarak, kimi hükümet yakınlarının alın terleriyle(!) kazanılmış servetlerine toz kondurup laf sokması münasebetiyle de tutuklanabilir. Shakespeare de dönek kültür bakanı tarafından bizzat kınanabilir. Ne, Shakespeare öleli bir 500 sene mi oldu? Olsun, kültür bakanı bunu nerden bilecek, nasılsa o bir Akp neferi, varsın kınasın.
Hey, hükümet tarafı basın! Ülkedeki demokratik, özgürlükçü, müdahalesiz sivilci bilmem neci gidişatın bu fotoğrafına da bakın. Bakın da iki laf da bunun için edin… Ama kıvırmadan, münferit bir hadisedir demeden, üzerimize G. Orwelvari bir tür sivil 1984 memleketi örülmeye çalışıldığını görmezden gelmeye çalışmadan…
Bu Taraftar İçin Saldırın: ))
3 Puan İçin
Elzem Olan
Ezginin Günlüğü’nün bir şarkısı var, pek matrak bir şey. Sözlerin nakaratı şöyle:
“Ateşe baca lazım kitaba hoca lazım
Bana bi koca lazım o da bu gece lazım” Dinlemek için tıklayınız.
Lazımlar listesi yukarıda. Olmazsa olmaz ilişkisiyle bağlanmış gibiler. En önemlisi de ikinci dizede.
Bayan, bi koca lazım, diyor aciliyetini de vurguluyor: Bu gece… Orada durum nedir devamında bilmiyorum, neticede bir şarkı. Aradığını bulmuştur umarım.
Serkan Şenyürek yazmış. Transfer lazım, o da Rize maçından önce lazım, diye… Birçoğumuzun duygularını dile getirmiş sevgili Serkan Şenyürek. Ve hemen lazım olan bir transfer... Bana sorarsanız ben zaten kabullenmişim bu kadroyu, yeter ki Mersin maçındaki mücadele olsun.Kemal Hoca olsun...
En çok eleştirilenlerden İlyas o ağır sahaya rağmen hep mücadele etti. Yine Onur Demirtaş oyuna girdiği andan itibaren orta sahaya ağırlığını koyuverdi. Bir de gereksiz kart görmese… Rahman, Fevzi, Mbilla, Ersan, Anıl üst düzeyde gidiyor, ne iyidir ki…
Neticede ben bu topçularla hedefe ulaşacağımıza inanıyorum. Tabi Emrah ve Kbong’u da düşünerek. Fakat yedek kulübesini hesaba katacak olursak bir de önümüzde bir 15 hafta olduğunu düşünürsek, cezalar sakatlıklar filan evet o zaman bize futbolcu lazım, e alınacaksa o zaman da bu hafta lazım…
Biz böyle diyoruz da takıma doğrudan faydası olabilecek bir futbolcu için de ciddi bir bütçe lazım, buna göre de Adana’da Bayram Akgül gibi birkaç delikanlı adam daha lazım, ya!…
Adanaspor Deplasmanı Fobisi veya 3x9=27 İçin